16 Mayıs 2002 tarihinde Nükhet Erkmen'in Orhan Pamuk ile yaptığı görüşmeden aktarılmıştır.
N.E : Siz çok fazla eleştirilen bir yazarsınız, haksız yere çok suçlanan bir yazarsınız ve çok fazla yanlış anlaşılan bir yazarsınız.Yani çok okurunuz var ama hepsinin sizi anladığını söyleyemeyiz.
O.P: Ama şunun ayrımını yapalım ; gazetelerde kitaplarım hakkında yazanlarla – siz onları kastediyorsanız eğer- okurlarım aynı insanlar değil.Yani okurlar var onlar kendi kendilerine bir şeyler anlıyorlar.İyi, kötü, derin,daha kitabın içine girmeye ve benle kavga etmek istemiyorlar. Sonunda onlar da kavga ediyor ya da bir şeyler diyorlar ama onların kavgaları daha içten bir yerde. Gazetelerdeki polemikler hele bu Kar’dan sonra tamamen kötü, yüzeysel...
N.E: Söyleyemediklerimizi ya da gerçek hayatta anlatmaktan çekindiğimiz, insanlara göstermediğimiz yüzlerimizi belki de bir şekilde yazarak insanlarla paylaşıyoruz. Hem iletişimimizi koparmamış oluyoruz, hem de bir şekilde gerçekte söyleyemediğimiz bazı şeyleri yazıyı kullanarak söyleyebiliyoruz. Peki siz üniversite eğitiminizi yarıda bırakarak roman yazmaya başladınız.Sizi yazmaya iten şey neydi?
O.P: Çok zor bunu cevaplamak bir defa. Bence böyle bir sanatçı dürtüsü oluyor, bir kısmı insanın içinden geliyor, bir kısmı da toplumsal bir yan. Ama ben 7 ile 22 yaşları arasında ressam olacağım diyordum. Böyle sanatkarane bir şeyler yapmazsam belirli bir süre içersinde zaten sıkılırdım yani, afaganlar basardı beni. Gerçekten içimde böyle bir sanatçı dürtüsü mü diyeyim, resim yapma dürtüsü her zaman olurdu. Canım sıkılırdı, gideyim, bütün hayattan kaçayım, resim yapayım, çok isterdim.Bu içgüdüyü hayatımda hep taşıdım. Bir yere gideyim... Oyun oynamak falan istemek gibi, bir filme gitmek gibi yani ama daha derin. Burada Erotik Freudcu şeyleri vardır ama ben kafamdaki o yerlere, karmaşık bölgelere giremiyorum. Bana saydam değil. Ama böyle bir şey var. Nitekim resmi bıraktım pırrt diye ben roman yazmaya başladım. Ama bunu da açıklayamam niye resmi bıraktım roman yazmaya başladım. Bu açıklamaları çok yaptım hayatta ve her açıklamadan sonra da bu açıklamadan memnun olmadım. Çünkü tek bir sebebi yok, pek çok sebebi var ve kendime haksızlık ettiğimi düşündüm. Onun için de ben de bunu açıklamak istemiyorum. Zaten açıklanabileceğini de sanmıyorum. Ben resim yapıyordum ama içimde yalnız kalmak, kendini sanatçı gibi hissetmek ya da sanatçı dürtüleri tümüyle duruyordu. Niye bazı insanlar resim yapar da bazıları yapmaz ? Belki de ben çocukken bir resim yaptım ve insanlar “ayy ne güzel!” dediler ve sonra ben hep resim yapmak istedim. Böyle bir şey de olabilir.
N.E: Bir tür kaçış mıydı bu yani?
O.P: Kaçış diyemem.Bir tür kaçış yanı da vardır, fantezi yanı da vardır,hayata bir saldırı yanı da vardır, kendimi ifade etmek de vardır, böyle bir kendi kendine oynama yanı da vardır.Bin türlü yanı vardır ama...
N.E: İntikam yanı da vardır galiba yaşayamamışlıklardan?
O.P: Ama çocuklar çocukken bazı şeyleri yaşayamadıklarını düşünmez, kitabi insanların intikam yanı vardır. Ama çocukken böyle değildi yani.
N.E: Bir çok isteklerimiz var, vazgeçtiklerimiz var, cevap alamadıklarımız, açıkça söyleyemediğimiz bir çok şey var hayatta. Bu yüzden intikam kelimesini kullandım. Yazmak yaşanmamışlıklardan intikam almak mıydı sizin için?
O.P: Hayattan intikam almak, bu benim düşüncemdir. Yazmak ama..Yazmak da intikam biraz daha fazla vardır. Çünkü yazarlar çok okurlar, fakat ressamlar biraz daha hayatın içindedir. Resim yaparken de hayatı yaşayamıyorum diye bir derdim yoktu. O sorunlar bende buluğ çağında başladı. Kızlarla gezmek, şunu yapmak, bunu yapmak, toplumsal kişilik olmak gibi. Oralarda dertlerim vardı 30 yaşına kadar. Yazarlık da bana o sırada geldi. Ama yazar olmak istiyordum, çok seviyordum. “Yazarlık hayattan intikam almaktır” düşüncesi bende vardır ama her şeyi de izah etmez.
N.E: Yani o zaman bir şekilde yaşamda kendini ifade etmekten, yazmak daha mı kolaydı, daha mı çekiciydi ?
O.P: Dediğim gibi...Bilemiyorum yani niçin bazı insanlar yazı yazar da bazıları resim yapar da ötekiler hiçbirşey yapmaz? Bir yetenek kısmı vardır. Oyun oynamaktan hoşlanırsınız oyuncaklarla ve ondan sıkılmazsınız.Bence insanı sanatçı yapan şey bazı oyuncaklarla, bazı şekilde oynamak, istemek,ondan zevk almaktır.Bazısı da paniğe kapılır, hiç zevk almaz, kaçar.Ben yapamıyorum der ama aslında yapamıyor değildir. Yapmayı sevmiyordur. Onları yapmayı oynaya oynaya öğrenirsin. Herkes her şeyi öğrenebilir bana kalırsa.Tamam bazı insanlar daha cesurdur. Orasını burasını değiştirir. Bazıları bütün kurallara uyar. Hiçbir şey gelmez aklına. Ama bu da belli olur yani.Biri bir şaka patlatır, öbürü böyle bakar ya da verirsin küpleri biri bir şey yapar hemen. Küpleri bir ev yapar.Öteki hiçbir şey yapamaz.Üst üste koyar bakar işte.Geometrik düzen içerisine koyar, öteki de o düzeni bozar,başka bir düzen kurar.İnsanlar arasında böyle temel farklar vardır ama işte bu konular bana saydam değil. Ben psikolog
değilim. Ben oyun oynuyorum ama neden oyun oynadığımı da fazla bilmek istemiyorum.
N.E: Kitapta ana karakterlerden, en küçük bir hikaye anlatıcıya kadar sanki hep aynı hikayeyi okuyormuşuz gibi oluyor.Yani hikayelerde kendini yazıya vermiş, kendini toplumsal hayattan soyutlamış, belki toplumsal alışkanlıkları bir bakıma körelmiş, kalabalıktan kaçan ya da bir gün üstünde durulmayacak bir nedenle kocasını terk eden karakterlerin anlatıldığını görüyoruz ve bir çoğunda Galip ile Rüya’nın hikayesini yeni baştan okuyormuş duygusuna kapılıyoruz. Neden?
O.P: Zaten kitap çok dağınık bir kitap. Kitabın bence hoş yanlarından ya da benim saplantılı bir şekilde yaptığım yanlarından biri bu. Her şey aslında aynı hikayeyi anlatıyor.Ama onlar o kadar değişik şeyler, değişik tarihler tarihler, değişik olaylar, en alakasız yerler ki...Kitap sanki yazarın kafasına bir şeyi takmış, belirli bir temayı çeşitlendirerek irdeliyor.O temanın bütün görüntülerini, görüngülerini, bütün konumlarını yer değiştirmelerle tekrar yeniden ele alıyor.Bir yandan bunları her seferinde yeniden çeşit çeşit eğlenceli kılarken, bir yandan da tekrarlaya tekrarlaya asıl temasını okurun kafasına kök saldırtıyor . N.E: Kitapta da bahsedilen belki de hep ikincil özelliklere takıldığı için, birincil özellikleri, o burunlarının dibindeki apaçık anlamı görmemeleri,ya da birincil özelliklere çok fazla takılıp, ikincil özellikleri es geçme gibi bir durum söz konusu.
N.E : Peki sizce insanın salt kendisi olabilmesi mümkün mü?
O.P: Bu sorulara cevap aranmaz. Bu sorulara cevap arayarak konuşmak da hoşuma gitmiyor. İnsanın sorularına verdiği cevaplar önemli değil, hangi sorularla meşgul olduğu önemli. Şimdi onlarla meşgul değilim. Pürist, tekcil, saflıkla meşgulüm. Ve bu tam bir Türk sorusu. Doğudan, batıdan, karmakarışık, melez bir ülkede yaşıyoruz. Kendi orijinal, saf bir sentez demeyelim de, etkileri eklektik bir şekilde yaşayan bir kültür içinde yaşıyoruz. Ve Türk kimliğinin ya da Türk burjuvazisinin onur sorunu buralarda bir yerde olmalı. Kültürde, sanatta hakiki otantik, ne yaptık ya da her şey, dizaynda, elbisede, oturduğun apartmanda her türlü sanatsal yaratımda, üründe ya da düşüncede ne kadar hakiki, ne kadar etkiler taşıyoruz. Kitaplarımda her zaman bu dertler var. Kahramanlarım hep bir safçılık, hakikilik, otantisite peşinde koşarlar. Son yıllarda ise artık benim görüşlerim şu yönde değişti. Otantisite ve hakikilik ve saflık önemli değildir. Karmakarışıksındır. Mesele karmakarışıklığı kaldırabilecek misin bakalım? Aslında birazcık ben de değişiyorum.Galip ve kahramanlarım saflık ve insanın kendisi olabilmesi sorunları ile uğraşırlarken, son yıllarda ise “ karmakarışıksındır, dert etme be bunu Orhan!” fikrine doğru daha yaklaşmış vaziyetteyim. Benim Adım Kırmızı’da ki yazar, Kar’da ki mesaj; Türk olmuşsun Yahudi olmuşsun, yabancı olmuşsun, yerli olmuşsun ne yazar? Bırak bunları bir yana artık demeye çalışan bir ses var. Bence kendi olma sorunu bir milliyetçilik sorunudur.
N.E: Peki Galip neden kendisi olmakta güçlük çekiyordu?
O.P: Onlar benim gerçekten kendi psikolojik sorunlarım. Şizofren sorunlarım.Yani ben de Galip gibi çok hissetmişimdir. Bana çok yakın kahramanlarımdan biridir. Hep bir şeyler derim ve birilerini taklit ettiğimi düşünürüm. Hakiki olmaya çalışırım. Galip’in ki şizofrenik ama benim ki hastalıklı değil. Benim ki; şizofren birisi farkında olmadan bir sesler duyar ama hakiki zanneder. Benim durumum öyle değil. Bir sesler duyuyorum ve ben söylüyorum fakat bunların hakiki olmadığını düşünüyorum; bilakis durumumun şizofren olduğunu düşünüyorum. Şizofren ise durumunun şizofren olmadığını düşünür, gerçek olduğunu zanneder. Ben belki de gerçek durumumu şizofren zannederek sorular atıyorum. Bu hakikiliğin benden gelmediği, başkasının sesini mi duyuyorum? Benim sesim nerede?
N.E: Yani paranoyak olmayışım takip edilmediğim anlamına gelmez gibi bir şey bu.
O.P: Evet bu başka varyasyonu.
N.E: Kitapta kendinden memnun olmama, bir başkasının yerine geçme gibi durumlar çok fazla olduğu için kimlikle ilgili bu soruları sordum.
N.E: Yine kitaptaki göndermeler, anlatılan hikayelere baktığımızda hep bir ben/öteki, başkasının yerine geçme, bir arayış içinde olma gibi durumlarının sıkça anlatıldığını görüyoruz.Bu sizin kitabın ana temalarının bütünlüğünün bozulmaması için yaptığınız bir şey mi?
O.P: Bir kitabı yazarken kendinizi kitabın içinde o kadar hissedersiniz ki her şey aslında o kitabı yansıtır. O kitabı yazdığınız sırada kitap o kadar içinizdedir ki neye baksanız, öyle gözükür. Kafanız onlarla çok doludur. Kitap yazarken telefon rehberini açarsınız, telefon rehberi sizin, ben de bunu düşünüyordum dediğiniz kelimelerle dolar. Telefon rehberindeki insanlar bile kitabınıza benzer. Eğer bir yazar kitabını bütünüyle içinde hissediyorsa, bütün dünya o kitabı yansıtır.Onun için ben o sırada kafam o sorunlarla dolu olduğu için öyle bakmayı becerebilmişim. Şimdi baksam aynı hikayeyi kafamdaki değişikliğe göre bakarım.Yazarın gücü kafasındaki problemlere o kadar takmasıdır ki, bütün dünyayı kendi dünyası gibi görebilmektir. Öyle gördüğü için de son derece tutarlı olur ve ilginç olur. Bizim de bildiğimiz şeylere öyle bir bakar ki, bu onu ilginç kılar.
N.E: Peki her renge boyanıp da renk vermemeniz neden?
O.P: Bir sürü konuda fikrimi söylemek istiyorum, böyle bir sosyolog ya da denemeci yanım var. Her şeye maydanoz olma, fakat öte yandan romancılık daha başka bir şey. Her şeyi oyun yapma... Bunu daha seviyorum. Ama bazen de bu renk verme durumu oluyor.Bir şeyler diyeyim... Bunda da rengimi belli edeyim. Böyle her konuda da fikrimi belli etmek isterim, sonra pişman olurum. Böyle bir yanı da var.
N.E: Mesela Teşvikiye Yüz Otuz Beş’i düşünelim. Siz bu tür şeyleri okuyucularla küçük şakalaşmalar olarak nitelendiriyorsunuz. Batı Edebiyatına baktığımızda Edgar Allan Poe’da da buna benzer şeyler görüyoruz. Bu gerçekten okuyucuyla şakalaşma mahiyetinde olan bir şey mi?
O.P: Öyle evet. Bir romanın tüm fikrini, ruhunu değiştirmez böyle oyunlar. Ayrıca ben yapmıyorum.O bir köşe yazısıdır.Celal’in yaptığı bir şeydir. Kitaptaki Celal ruhuna da uyuyor. Gizli sevgilileri var, onlara köşe yazılarıyla haberler yolluyor, onu tamamlayan bir şey. En sonunda Celal tıpkı Benim Adım Kırmızı’da ki gibi meddah anlatıyor ben değil. Hikayeleri meddah anlatıyor.Onlar da Celal’in köşe yazıları. Benim yazılarım değil. Orhan Pamuk’un mesajları değiller. Tabi ki yazarın yazdığı her şey onun mesajıdır diye de okunabilir.
N.E: Sıradaki sorum sizin konuşmayı sevmediğiniz bir konu hakkında : Aşk...
O.P: Tutuk olduğum bir konu, sevmediğim bir konu değil.
N.E: “Aşk,kırılgan ruhun aynaya bakmasıdır” diye yazmışsınız Yeni Hayat’ta, yine Yeni Hayat’tan cümlelerle mi cevap verirsiniz bu soruya?
O.P: Değişiyorum tabii bu konularda da ben. Cevaplamam. En son yazdığım kitaptan cevaplamak isterim. Saplantı kısmıyla, tutku kısmıyla daha ilgiliyim şimdi. Kırılganlık kısmıyla değil. Elde etme, bir tür ruhsal yatırım yapıp, karşılığını alıp almama, tensel bağlılık, sevişmek, bunlarla daha ilişkilendirdim. Kırılgan ruhun aynaya bakmasından uzaklaşmışım.
#16 Mayıs 2002 tarihinde Orhan Pamuk ile yaptığım görüşmeden aktarılmıştır.#
http://dipnotkitap.net/DENEME/Orhan_Pamuk_Soylesi.htm
#16 Mayıs 2002 tarihinde Orhan Pamuk ile yaptığım görüşmeden aktarılmıştır.#
http://dipnotkitap.net/DENEME/Orhan_Pamuk_Soylesi.htm
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder