28 Şubat 2012 Salı

Sevgiyi hakedene değil de muhtaçmış gibi
görünene verdiğimiz müddetçe üzülen hep biz olacağız.
28.02.12 salı 20.16

Evden dışarı çıkma korkusu Agorafobiyi nasıl yok edebiliriz?


Agora’nın anlamı Yunan klasik devrinde, halkın toplandığı açık alanlara verilen addır.
İngilizcede Phobia’nın anlamı, bazı hal veya şeylere karşı duyulan hastalık halindeki korkudur. Ancak Agorafobinin sadece üstü açık yerlerde bulunmadan korkma olarak anlaşılması yanlıştır. Mesela kişi üstü kapalı olmasına rağmen, alış veriş merkezleri gibi yerlerde bulunmaktan da korkar. 


Agorafobi anksiyete ve anksitenin eşlik ettiği depresyon hastalıkları esnasında şiddetini artırır. Panik atak, anksiyete hastalıklarından sadece birisidir. 
Bendeki agorafobi anksiyetif depresyonum süresinde (ortalama 8-10 ay), evden dışarı çıktığım takdirde heyacanlanıp azap çekeceğim korkusudur. Yani devamlı değildir.



Depresyon ve eşliğindeki anksiyeteyi yenmede eve kapanmayıp dışarı çıkmanın faydalı olacağı tavsiye edilmektedir. Kişi bunu öğrendiğinde, dışarı çıkamaması dolayısıyle kendini suçlamağa başlar. Buda depresyon ve anksiyetesini besler, iyileşmesini geciktirir.



Bana göre Agorafobinin nedeni, kişinin evden çıkarsa anksiyetesinin artacağına olan inancını bilmeden bilinç altına bir tehlike olarak öğretmesi, veya kişinin geçmişte bir yerde karşılaştığı tehlikeli bir olayı bilinç altının kendiliğinden öğrenmiş olmasıdır.



Ancak bu tehlikeli olay geçmişte bir defa yaşanmış veya sadece inancımızdan ibarettir. Bilinç altı tehlikeli olayları kolay öğrenirsede kolay unutmaz. O, evden çıkarsak gene tehlike yaratacak yeni bir olayla karşılaşacağımızı zannederek bizi korumaya çalışır. Bu koruma evden dışarı çıkmağa teşebbüs ettiğimizde, tehliken kaçmamız veya mücadele etmememiz için kalp atışımızı ve nefes alış-verişimizi hızlandırırarak bizi heyecanlanmaya sürükler. Heyecanlanıncada bu teşebbüsümüzü erteledikçe erteleriz.



Agorafobimizi yenmek için ona evden dışarı çıkmamızın tehlike olmadığını, dolayısıyle anksiyete yaratmamasını öğretmemiz gerekir. Buda zaman alıcı bir iştir. Fakat anksiyetif ve depressif hastalığımızdan kurtulmak için, zamanımızı harcamağa değer. Panik Atak bir anksiyetif hastalıktır.



Agorofobi, anksiyete ve anksitenin eşlik ettiği depresyon hastalıkları esnasında şiddetini artırdığından, bu hastalıklara karşın doktorlarca verilecek, size uygun gelen antidepressan ve antianksiyete ilaçlarını kullanmak mutlaka yardımcı olacaktır. 



Buraya kadar olanlar tamamen agorafobi hakkındaki kendi görüş ve inancımdır. Bundan sonrakiler nette bulduklarımın Türkçeye çevirileridir.



Aşağıdakiler bir agarofobikin sorusuna yanıt gönderen, agorafobilerini kendi çabalarıyle yenmiş kişilerin tavsiyeleridir. Nette araştırdığımda bir çok kişinin agorafobiyi yenmede aynı tavsiyeleri ( bebek adımı metodunu) yazdıklarını gördüm. Burada sadece ikisiyle yetineceğim. 



Agarofobiyi yenme tavsiyeleri:



Kişi1: Ne durumda olduğunu gayet iyi anlıyorum. Bende senin gibi, iki yıl önce üç ay süreyle evden dışarı çıkmaktan korkar olmuştum. Emin ol bu korkudan kurtulmanın en iyi yolu, bu korkunla bebek adımlarıyle karşılaşmandır. Evinin önündeki posta kutusuna kadar gitmeyi dene, bunu birkaç kere yaptığında, yavaş yavaş daha uzaklara gitmeğe çalış. Lütfen hatırlaki düşüncelerini sen kontrol etmektesin, yoksa düşüncelerin seni değil. 
Fobiler öğrenilmiş davranışlardır ve sen bunları silebilmeye muktedirsin.



Not: Kendini fazla zorlayıp kendine sakın sert davranma, iyileşmenin yolu bir okun gideceği gibi hızlı ve düz değildir. Hepimizde olduğu gibi yaratanımız seni test etmektedir, çaba gösterirsen başarabilirsin.



Kişi2: Merhaba, bende senin gibiydim ne hissetmekte olduğunu biliyorum.



Agarofobiden kurtulmayı başardım. Hala bazı yerlere gitmekten çekinmekteyim, fakat bunlarında üstünden geleceğim. Agorfobine yardım için bebek adımlarını kullanmana ihtiyacın var. Mesela bir gün sokak kapısını açıp dışarı bir adım at, etrafa bak sonra içeri gir, sonraki gün aynısını yap, fakat biraz daha fazla adım at ve gene içeri gir. Sonraki günler gene aynısı fakat biraz daha uzağa, her gün adımlarını sadece küçük miktarlarda artırarak yap. Yakında hedefine korkmadan erişip onu kucaklarsın. 



Agarofobiyle ilgili diğer bulduklarım:



1.İlaç kullanımı: 
Agarofobiye bazı ilaçlar yardımcı olurlar. Doktorunuz sizinle birlikte çalışarak sizin için en iyi olanını seçecektir. Bu ilaçlardan bazıları:



Antianksiyete ilaçları; Ativan, Nervium, Xanax, Rivotril ve Buspon gibi. Bu guruptaki ilaçlar Anksiyolitik ilaçları olarakta bilinmektedirler.



Antidepressan ilaçları:
Yeni antidepresanlar; Remeron ve Efexor gibi.
Selektif serotonin geri alım engelleyicileri (SSRI’ler): Prozac, Lustral, Faverin, Paxil, Cipralex ve Cipram. 
Trisiklik’ler: Tofranil, Anafranil gibi. 



2. Tabii ve alternatif tedaviler: 
Agorafobiyi arttıran anksiyetif hastalıkların tedavisinde bitkiler ve besin takviyeleri, Biyofeedbek, gevşeme terapileri ve Hipnoterapi.



Agorafobi ne kadar sürer? 
Agorafobi ve onun şiddetini arttıran hastalıklar tedavi edilmediğinde yıllarca sürebilir. Bazende ömür boyu.


UYARI: DOKTORA GÖRÜN

21 Şubat 2012 Salı

Pembe Adım

Olağanüstü özellikte  yaratılmış samimi bir kız, farkındalı bir kız size öyle baktığında, nasıl biri olmalı, nasıl durabilmeli yanında, nasıl soluk alıp vermeli, hangi bahaneyle bakabilmeli gözlerine? Bunları bu okullarda hiç mi hiç öğretmezler. Ve benim gibiler, işte böyle durumlarda yüreğinin atışlarını gizlemeye çalışarak kıvranırlar.

10 Şubat 2012 Cuma

Reklam Yönetmenliği


Published by  on  in hayat15 Comments

Sık sık benden daha genç insanlar “Nasıl reklam yönetmeni oluruz?” sorusuyla gelirler. Bu sorunun bende iki cevabi var. Birincisi kısa olan: “Bilmiyorum.”
İkincisi çok daha uzun ve sonucunda aradığınız cevabi tam olarak bulabileceğiniz de şüpheli. Yine de bu yazıyı okuyacaksanız bu meseleyle gerçekten ilgilisiniz demektir.
Reklam yönetmeni olmanın birinci şartı bu tür blog yazıları yazmamaktır. Bu hem şaka, hem değil zira reklam yönetmenliği dışarıya kapalı bir alandır ve bildiğim kadarıyla hiç bir reklam yönetmeni bu konularda kimseye bir şey söylemez (hele de böyle kamuya açık ortamlarda). Reklam yönetmenliğine başlangıç da aynı şekilde bir muammadır çünkü bir reklam filmine yönetmen olarak seçilebilmek için daha önce reklam (lar) çekmiş olmanız gerekir! Tabi buradaki saçmalık gayet açık. Durum sadece bu olsaydı etrafta hiç reklam yönetmeni olmazdı. Oysa bir sürü insan reklam yönetmenliği yapıyor. Bu insanlar analarının karnından reklam filmi çekerek doğmadıklarına göre bu işte bir terslik olmalı!
ShareThis

Reklamda Oyuncuları Güldürme Sendromu

Yukarıdaki film epeydir nette dolanıyor. Bence çok iyi bir reklam filmi. Hem fikir iyi, hem uygulama.
Reklamdaki annenin yüz ifadesi (27. saniye) benim için özellikle önemli. Nedeni de şu: Türk reklam sektöründe çok sık karşılaşılan bir durum vardır. Bir plan çekersiniz ve sizce her şey yolundadır. Fakat yapımcınız veya reji asistanı ajans müşteri masasından size doğru seğirtir. Bu isteksiz geliş genelde hayırlı bir haber yok demektir ve büyük olasılıkla şu yorumla sonuçlanır: “Biraz daha gülümseme…”
Siz de çaresiz oyunculara şöyle dersiniz: “Evet güzeldi, bir kere daha alıyoruz, gülümseyerek lütfen!”
Bazı filmler için bu istek yerinde olsa da ben genelde ölçünün fena halde kaçtığını düşünüyorum. Neden oyuncular sürekli gülümsesin? Böyle bir hayat mı var? Ayrıca yerli yersiz sürekli gülümseyen biri hayatımızda olsa epey gıcık olmaz mıydık? İste yukarıdaki filmde anne gülmüyor (aslında filmde kimse gülmüyor üstelik gülmelerini gerektirecek bir durum da fazlasıyla var) ve bu bence çok doğru bir reji kararı.
Bu film Türkiye’de çekilse mutlaka şöyle biterdi: “Baba düğmeye basar. Anne ile birbirlerine bakıp gülümserler. Sonra çocukla beraber (çocuk kaskı çıkarmıştır) hep birlikte arabanın içinde şarkı söyleyerek ilerlerler ve neşeyle gülerler.”
Fikir yeterince güçlüyse oyuncular ağlasa bile seyirciler gülümser. Fikriniz yoksa oyuncuların hepsi pişmiş kelle gibi sırıtsa da bir şeye yaramaz.

http://www.ilkercanikligil.com/tag/yonetmenlik/

10 Yönetmen ve Türk Sineması / Tür- Anlayış- Farklılık


Yayınevi: Agora Kitaplığı
Özellikler: Boyut: 14,9x22,9 / 2. Hamur / 260 sayfa
Yayın Tarihi: Mayıs 2005 Tür: Sinema - Tiyatro

Ertem Eğilmez hangi sebeple yönetmen oldu, Yılmaz Güney “Endişe” filmini çekerken hangi olaylarla karşılaştı, Erden Kıral Türkiye’yi neden terk etti, Halit Refiğ “Yorgun Savaşçı”nın yakıldığını duyunca nasıl tepki gösterdi, Memduh Ün” Zıkkımın Kökü”nü bir yıl sonra neden yeniden kurguladı, Ali Özgentürk “Selvi Boylum Al Yazmalım”ın finalini nasıl değiştirdi, Ömer Kavur film çektiği mekanlara neden bir daha gitmiyor?
Sinema tarihimizin çeşitli dönemlerini temsil eden on yönetmenin kimerle, nerelerde ve hangi koşullarda bu büyülü dünyaya adım attıklarını, filmlerini çekerlerken nelere dikkat ettiklerini, senaryolarını, oyuncu seçimlerini ve motor dedikleri andan sonra sınırlı sayıdaki günlerini nasıl tasarlayıp hayata geçirdiklerini ve kendi zihinlerindeki dünyaları hangi kaynaklardan beslediklerini ortaya koyan 10 Yönetmen ve Türk Sineması, sinemamızın arkaplanını merak eden ve Türk sineması tarihinin ayrıntılarında gezinmek isteyenler için keyifli ve bilgilendirici bir kitap…..

'' Kendisine Verilen Fransız Madalyasını İade Etti ''


DÜNYACA TANINAN OSCAR ÖDÜLLÜ AZERBAYCANLI YÖNETMEN RÜSTEM İBRAHİMBEYOV,FRANSA’DA KABÜL EDİLEN ERMENİ SOYKIRIMINI İNKAR YASASI’NA TEPKİ OLARAK KENDİSİNE VERİLEN FRANSIZ MADALYASINI İADE ETTİ VE AZERBAYCAN-FRANSA KÜLTÜREL İLİŞKİLER DERNEĞİ BAŞKANLIĞINDAN İSTİFA ETTİ!
Oscar ödüllü Azerbaycanlı yönetmen Rüstem İbrahimbeyov, Fransa’da Ermeni iddialarını kabul etmeyenlere ceza verilmesini ön gören yasa dolayısı ile Fransız madalyasını iade ettiğini açıkladı.İbrahimbeyov ayrıca Azerbaycan-Fransa Kültürel İlişkiler Derneği başkanlığından da istifa ettiğini duyurdu.
Fransa’da sözde Ermeni soykırımı iddialarını kabul etmeyenlere hapis ve para cezası öngören tasarının senato tarafından kabul edilmesine bir tepki de kardeş Azerbaycan’ın dünyaca ünlü yönetmen, yazar ve fikir adamında geldi. Oscar ödüllü Azeri yönetmen, Fransa’nın sanat madalyasını iade ettiğini bildirdi. Rüstem İbrahimbeyov ayrıca Azerbaycan-Fransa Kültürel İlişkiler Derneği başkanlığından da istifa ettiğini belirtti.
Azerbaycan yerel basınında çıkan haberlere göre, İbrahimbeyov yaptığı yazılı açıklamada, yasanın Türkiye’ye karşı yapıldığını aktararak, “Fransa’daki yasa Türkiye’ye karşı yapılmıştır. Ancak yasanın bütün Türk dünyasının temsilcilerini etkiliyor. Ben bir Azerbaycan vatandaşı olarak, ortaya çıkan bu durumda Fransa Sanat ve Edebiyat Madalyası’nı geri vermek zorundayım. Ayrıca Azerbaycan-Fransa Kültürel İlişkiler Derneği başkanlığı görevinden de istifa ediyorum.” dedi.
Yasanın seçim çıkarları için yapıldığı ve Fransa’nın temel söz özgürlüğü anlayışına da aykırı olduğunu belirtine Azeri yönetmen, Fransa Anayasa Mahkemesi’nin bu yanlıştan döneceğini de ümit ettiğini söyledi.

http://www.turkishnews.com/tr/content/2012/01/26/kendisine-verilen-fransiz-madalyasini-iade-etti/

bu devirde paran yoksa Atatürk bile yüzüne bakmıyor

9 Şubat 2012 Perşembe

Dead Poet's Society / Ölü Ozanlar Derneği

14 şubat taki halim

3 Şubat 2012 Cuma

Muse Hakkında


Muse
Genel bilgiler
KökenDevonİngiltere
Etkin yılları1994-günümüz
TarzlarAlternatif rock
New prog
Space rock
Resmî sitesihttp://muse.mu/
Üyeler
Dominic Howard (Davul)
Matthew Bellamy (Vokal, Gitar, Klavye)
Chris Wolstenholme (Bass Gitar)

Muse, 1994 yılında İngiltere'nin güneybatısında yer alan Devon'da kurulmuş rock grubu. Matthew BellamyChris Wolstenholme ve Dominic Howard olmak üzere üç kişiden oluşur.

Konu başlıkları

  [gizle

Geçmişi [değiştir]

Muse, zaman zaman post-Britpop grubu olarak anılsa da onlar bunu kabul etmez. Muse`un Amerikan grunge muzik (Nirvana (grup)Pearl JamSoundgarden gibi) ve alternatif Britanyalı grupların (Radiohead ve The Verve) karışımı olduğuna atıfta bulunurlar; ama gelmiş geçmiş en iyi müzik yapan modern rock grubu olarak da anılırlar.
Son yıllarda Muse`un popülaritesi Nirvana, Radiohead gibi beğenilen birçok gruba yetişmiştir. Oysaki sadece üç kişiden oluşan bu grup onyedi yıldan beri sahnededir.

Kurulması ve ilk yıllar (1994'te) [değiştir]

Aslında okuldayken Muse`un üç elemanı da farklı gruplarda çalıyordu. Kısa bir süre sonra beraber bir grup kurma kararını aldılar ve gruba ilk önce Gothic Plague, Fixed Penalty, Youngblood ve Rocket Baby Dolls gibi isimler koydular (bu grup isimlerinin kronolojisi belli değildir, Muse birçok röportajda birbirine ters düşen bilgiler vermiştir). En sonunda Muse isminde karar kıldılar.
1994 yılında Rocket Baby Dolls adı altında yerel bir müzik yarışmasında sahnedeki her şeyi kırarak birinci oldular. Bunun üzerine elemanlar üniversiteye gitmek yerine müzik üzerine kariyer yapmak istediler.

Başarının gelmesi(1997-2000) [değiştir]

Yaşları 30 civarında olan İngiliz üçlü grup Muse, punk ve progressive rock'ı birleştiriyor. Birçok progressive rocker gibi çalışmaları operaya benziyor; sağlam bir altyapı üstüne Matt Bellamy'nin soprano aryalarını dinliyoruz. İlk albümlerinin yapımcılığını Radiohead'in The Bends albümünün de yapımcısı olan John Leckie üstlenmiş fakat Nirvana ve Tom Waits'ten olduğu kadar Jeff Buckley ve Deftones'tan da esinlenen Muse'u Radiohead taklidi olarak nitelendirmek çok acımasız olur...
Güney İngiltere'de küçük bir şehirde Muse grubunu kuran üç delikanlının, bulundukları can sıkıcı, tekdüze ortamdan müzik yaparak uzaklaşmaktan başka amaçları yoktu başlangıçta... Matthew Bellamy (gitar, vocal), Chris Wolstenholme (bass) and Dominic Howard (drums) çok erken yaşlarda bir araya geldiler ve birlikte müzik yapmaya başladılar...
13 yaşında Gothic Plague adında ilk kayıtlarını yaptılar. Basta Chris, davulda Dominic ve Matthew gitarist ve solist olarak yer aldı; 90'ların hit şarkılarının kendi soundlarıyla coverlarını yaptılar; bu onlara önemli bir başarı getirmedi; Gothic Plague'dan sonra Fixed Penalty, ve ardından Rocket Baby Dolls...
Grup üylerinin söylediklerine göre, bu başarısızlık onları yıldırmadı tam aksine daha da hırslandırdı. Daha seçici davranarak ve daha özenli çalışarak kendi şarkı sözlerini yazmaya, bestelerini yapmaya başladılar ve bir daha asla cover yapmayacaklarına yemin ettiler. Kendi şarkılarını seslendirmeye başladıklarında da her şey bir anda değişmedi, izleyicisiz konserler veriyorlardı...
Müzikte kendi kimliklerini ve tarzlarını arayışları devam etti. Britpop onlara klişe ve tutkusuz geliyordu, (Britpop, 90'ların başından günümüze dek, İngiltere'nin popüler grupları -özellkle alternatif rock grupları- için kullanılan genel bir tanımlama) kendi müziklerinin bu kategoride olmasını istemiyorlardı. Bütün ülke Blur ve Oasis'e kilitlenmişken onlar ilgilerini Atlantik'in öteki yakasına çevirdiler. Günler ve geceler boyu Amerikan alternatif rock gruplarını dinleyip incelerken, dinlemekten asla vazgeçemedikleri iki albüm vardı: Nirvana- Nevermind ve Radiohead- The Bends; bu iki albüm onlara müziğin anlamıyla ilgili net bir fikir veriyordu.
Bu ciddi arayış sonrasında ne yapacaklarına karar verdiklerinde "Muse" adını aldılar ve her şey esas bu noktada başlamış oldu. Müzik artık bi kaçış olmanın ötesinde bir tutku haline gelmişti onlar için... Provalar daha da sıklaştı, özellikle canlı performans fırsatlarını kaçırmamaya çalışıyorlardı, küçük büyük bir çok salonda sahne alıyorlardı. Daha hırçın bir müzik, atom-smashing gitar ve görkemli bir vokal, derin ve bol kelime oyunlu şarkı sözleri... Bütün bunlar Muse'u kendi tarzına ulaştırmıştı. İlk iki single Muse (1997) ve Muscle Museum(1998) ilk önemli başarıları oldu. insanlar bu dinledikleri şey her neyse, gerçekten hoşlanıyorlardı... Bu iki single'ın yanına canlı performaslarını da ekleyerek "Dangerous Records" adında bir bantta birleştirdiler. Giderek merak uyandırıyorlardı ve basınının kendilerine olan ilgisi artmıştı; New York'taki CMJ festivaline davet edildiler, Mercury Lounge'daki olağanüstü şovlarından sonra Amerika'da da ilgi uyandıran bir grup haline geldiler... Bundan bir yıl sonra Maverick Records'la antlaştılar ve ilk albümleri Showbiz'i Eylül 1999'da çıkardılar.
Showbiz New Musical Express dergisinde haftanın albümü seçildiğinde şöyle bir başlık atılmıştı : "Muse'a bakın, bu kadar genç insanların nasıl olup da böyle iç acıtan şarkılar yapabildiklerini merak edeceksiniz..." ve başlık şu ifadeyle devam ediyordu: "Muse öyle bir müzik yapıyor ki hem rock müzik tutkunlarına hem de duygusal romantiklere hitap ediyor... balo saonunda dans ettiren punk şiirler... gözlerindeki ateşle ve damarlarındaki cesaretle... Bu grup çok büyük olacak..."
Muse'un şarkı sözleri gerçekten, kelimenin tam anlamıyla iç acıtıyordu. "Size tuhaf gelebilir ama bu şarkıların nereden geldiğiyle ilgili olarak hiçbir fikrim yok" diyor Bellamy ve ekliyor, " açıkçası bunların içimden, derinlerde bir yerden çıkığını düşünüyorum ama nasıl olduğunu anlamıyorum, dürüst olmak gerekirse anlamak da istemiyorum; bir gün bunun yanıtını bulursam kaybedeceğimden korkuyorum..."

Müzikle Tanışmaları ve Buluşmaları [değiştir]

Bu üç yetenekli gencin müziğe başlamalarıyla ve birbirilerini nasıl bulduklarıyla ilgili hikâyelerine bakalım şimdi de...
10 sene önce Matthew Bellamy, Chris Wolstenholme ve Dominic Howard'ın aileleri İngiltere'nin güneyinde Teignmouth (Devon) adında küçük bir kentte yerleşmişlerdi. Tipik bir İngiliz sahil kenti olan bu yerde yaşam, eğer yaşınız 13 ile 18 arasındaysa biraz cehennem gibidir.
Gitarist ve vokalist Matthew Bellamy Cambridge'te doğdu ve 10 yaşında Devon'a geldi. "O zamanlar evde sorun yoktu, orta sınıf bir aileydik, 14 yaşıma kadar paramız vardı. O zamana kadar isteyebileceğim her şeye sahip olduğumu düşünürdüm. Sonra her şey birdenbire değişti; annemle babam boşandı, büyükannemin yanında yaşamaya başladım ve artık eskisi kadar paramız yoktu. 14 yaşıma kadar müzik hayatımın bir parçasıydı, daha doğrusu ailemizin bir parçasıydı; babam müzisyendi, albümleri vardı, vs. Ben büyükannemle yaşamaya başladığımda müziğe ilgim arttı; belki de buna ihtiyacım vardı...." Bellamy, Devon'da geçirdikleri çocukluklarını şöyle anlatıyor: "Size hiçbir şey sunmayan, sıkıcı bir yer... Sadece yazları Londra'dan tatil için gelenlerle biraz hayat bulan; yaz sonunda dönerlerken tekrar eski cansızlığına dönen bir yer... İşte tam o zaman kendimizi bir mahkûm gibi hissederdik; herkes kendini oyalayacak bir şeyler bulmaya çalışırdı, bu da genellikle müzik olurdu. Müzik bir kaçıştı, birbirimize enstrüman çalmayı öğretirdik..."
Dominic Howard da Matthew Bellamy gibi Devon'a hemen hemen 8 yaşlarındayken gelmiş. "Fakat Matthew'le farkımız, benim ailemde müzikle ilgilenen birinin olmamasıydı. Ablam güzel sanatlarda okudu, belki bunun etkileri olmuştur üzerimde ama müzikle bir alakası yoktur sanırım. Açıkçası küçükken müzik benim için televizyonda duyduğum bir şeydi; en azından liseye gidene kadar öyleydi. Lisede çok iyi bir jaz grubu vardı ve o sayede müzikle ilgilenmeye başladım..."
Chris Wolstenholme, Yorkshire'da doğmuş ama annesi Devon'lu ve 11 yaşına geldiğinde bütün aile Devon'a yerleşmiş. "Ailemde hiç müzisyen yok, ama annem iyi bir müzik dinleyicisiydi, eve sürekli olarak yeni çıkan albümler alınırdı" diyor..
Matthew buluşma hikâyelerini şu şekilde anlatıyor: "12-13 yaşlarındaydık. Ben önce Chris'le tanıştım. Okulda çok sayıda grup vardı. Hemen hemen her öğrencinin bir grubu vardı. Ben de bu gruplardan birinde piyano çalıyordum, Chris başka bir gruptaydı ama tanışıyorduk. Dominic populer bir gruptaydı, herkes o grupta olmak isterdi. İşte bu yüzden gitar çalmaya başladım; daha iyi bir grupta olmayı hakediyorum diye düşünüyordum.Daha sonra gruplarına yeni bir gitarist gerektiğinde şansımı denemek istedim ve Dominic'le arkadaşlık kurduk. Sonraki iki yıl bir sürü sorun yaşadık, gruba yeni üyeler geliyor ve kısa süre sonra gidiyorlardı. Sadece Dominic ve ben sabittik. Sanırım bunun sorumlusu benim!Herneyse, o sıralarda beste yapmaya başladım. Fakat bir basçıya ihtiyacımız vardı. Dediğim gibi Chris'i tanıyordum ama o zamanlar Chris davul çalıyordu. Onun yetenekli ve ciddi bir adam olduğunu düşünüyordum, bu yüzden ona bas çalmasını teklif ettim; o da kabul etti. Hiç şüphesiz biz eğlence olsun diye müzik yapıyorduk. 18-19 yaşlarına geldiğimizde iş ciddileşti. O zaman üniversiteye gidecek miydik gitmeyecek miydik, karar vermek zorundaydık. Arkadaşlarımızın çoğu müziği bırakmış, kendilerini derslerine vermişlerdi ve geleceklerini düşünüyorlardı. Biz artık okulla ilgilenmediğimizi anladık; istediğimiz şey gruba devam etmekti; para kazanmak için ufak tefek işlerde çalışmayı göze almıştık. Bu kararı almak çok kolay olmadı ama şimdi düşünüyorum da, her halükarda okuldan zaten nefret ediyordum..."

Günümüz [değiştir]

2009 yılında Muse'un Supermassive Black Hole adlı şarkısının Alacakaranlık filminde kullanılmasıyla grup, yeni ve geniş bir hayran kitlesine ulaşmıştır.
Ayrıca grup son olarak 13 Eylül 2009 tarihinde MTV Video Müzik Ödülleri'nde de sahne almıştır

2 Şubat 2012 Perşembe