7 Eylül 2014 Pazar

" Resim yapacağım için mutluyum. Resimlerimle insanlara birçok şey anlatabileceğimi biliyorum. Bundan eminim. Evet, ben resim yapmalıyım! Bunun için burdayım. İnsanlar benim eserlerime baktıkları zaman 'bu adamın ne kadar derin duyguları var' demeliler, 'bu çok duyarlı bir sanatçı, bizim göremediğimiz birçok şeyi görüyor ve hissediyor.' "
Vincent Van Gogh

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Türk Çocuklarının Hayali Arkadaşlarının Olmamasının 9 Sebebi

Hayali arkadaş Amerikan çocuklarının hobisidir. Eğer bir çocuk yalnızsa ve film korku unsurları barındırıyorsa o filmde %100 hayali arkadaş vardır. Peki bizde neden olmuyor? İşte bunun 9 sebebi.

1. Ailesi hayali arkadaşını öğrendiği an evden kovar

Yabancı çocukların, özellikle Amerikalı çocukların hayali arkadaşları ailesi tarafından anında kabul görür. Hatta öyle ilgilenirler ki çocuğun adını, yaşını, neler yaptığını falan sorarlar. Çocuk bir kabahat işleyip de suçu hayali arkadaşının üzerine attığında ailesi hemen bu durumu kabullenir, hayali arkadaşı azarlar, çocuğa 'arkadaşına söyle bir daha yapmasın' diye tembih verir. Fakat bu durum bizde olduğunda, çocuk annesinin fincan takımını kırıp da suçu hayali arkadaşının üzerine attığında bu durum "çocuk savunma mekanizması geliştirmiş" olarak değil de, "bu oğlan iyice delirdi" şeklinde yorumlanır. Senin de onun da bacaklarını kırarım, bir daha hayali mayali diye adını anarsan yıpratırım seni denerek çocuk hayali arkadaşa karşı doldurulur. Ailesinin kati bir dille reddettiği hayali arkadaşı çocuğun daha fazla sırtında taşıması mümkün değildir. Hayali arkadaşların Türk aile yapısı içerisinde kendisine yer bulması olası değildir.

2. Gerçek arkadaş sayısı yeterlidir

Hayali arkadaş sahibi çocuklar genelde tek çocuktur ve çok fazla arkadaşları yoktur. Amerikan banliyölerinde, izole evlerde yaşayan, içine kapanık çocuklardır. Anne babası da genellikle çalışan bu çocuklar mecburen kendilerine hayali arkadaşlar yaratırlar. Dertlerini, tasalarını, üzüntülerini, öfkelerini bu arkadaşlarla paylaşırlar. Oysa Türk çocuklarının etrafında mebzul miktarda arkadaş, kardeş, kuzen, vs. bulunur. Her şeyini paylaşabildiği kişi sayısı oldukça yeterlidir, bu yüzdendir ki Türk çocukları hayali arkadaşa ihtiyaç duymaz. Hayali arkadaşı olanların da onunla paylaşabileceği bir şey yoktur. Hayali arkadaş yaratıp da bir merhaba merhaba ilişki kurmanın gerçekten de mantığı yoktur.

3. Arkadaş hayal etmeye vakitleri yoktur

Teog senin, lys benim, seviye belirleme, lgs, ödev, vb. derken Türk çocuğunun hayali arkadaş bulmaya vakti yoktur. Ders çalışması gerekirken hayali arkadaşıyla muhabbet ettiğini annesi babası görse o hayali çocuğu buhar eder, çocuğu da kırar. Çünkü Türkiye bir sınavlar ülkesidir ve çocuklar geleceğini kurtarmak, ekmeklerini ellerine almak için ilkokuldan itibaren sürekli ders çalışmak, dershaneye gitmek, özel dersler almak zorundadır. Sabah 6 akçam 5 mesai yapan, kalan vakitlerinde de ders çalışması gereken çocuğun hayali arkadaşı olsa olsa matematik öğretmeni olur.

4. Hayali arkadaşa hoşgörü sıfır olduğu için hayali arkadaş kısa sürede evden kaçar

Hayali arkadaş genellikle çocuğun üstlenmek istemediği olayları yıkmak için kullanılır. Vazo mu kırıldı, hop hayali arkadaş kırdı; altına mı kaçırdı, gelsin hayali arkadaş; ders mi çalışmadı, suçlusu tabii ki hayali arkadaş. Psikolog destekli aileler de bu durumu kabullenir ve hoşgörüyle yaklaşarak hayali arkadaşın da ihtiyaçlarını karşılamaya yönelir. Oysa bizde hayali arkadaşa tahammül sıfıra yakındır. Hayali arkadaşın işlediği kabahatlerden de çocuk sorumlu tutulur, ona verilecek tüm cezalar çocuğa verilir. Bu kadar hoşgörüsüz bir ortamda hayali arkadaşların barınması mümkün değildir. Hayali de olsa bir onuru gururu vardır, istenmediği yerde çok durmaz çeker gider.

5. Kimseyi inandıramaz

Hayali arkadaş Amerikalı çocukların vazgeçilmez bir parçasıdır. Çocuklar hayali arkadaşım var der demez ona inanılır, hayali arkadaşını tarif etmesi istenir, onunla şakalaşılır falan. Ancak bir Türk çocuğunun ailesini, çevresini hayali arkadaşa inandırması bir hayli zordur. Ne derse desin, çocuğu ne kadar tarif ederse etsin, onunla geçirdiği zamanı ne kadar anlatırsa anlatsın karşısındaki "he yav he" diyeceği için. Çocuk bir süre sonra bu durumdan yılacak, sorana "yok hayali mayali" diye sinire kesecektir.

6. Hayali arkadaşı ile vakit geçiremediği için bir-iki gün sonra ayrılırlar

Hayali arkadaşın besini ilgidir. Yemez, içmez, uyumaz, sadece seninle konuşur. Ama sen ona vakit ayırmazsan, onunla konuşmazsan, onunla oyunlar oynamaz, suçları onun üzerine atmazsan hayali arkadaşın çok fazla durmaz gider. İşte tam da Türk çocuğunun başına gelen budur; Bir hayali arkadaş yaratır, üstüne bir iki suç atar, bir iki defa oyun oynar ama daha sonra hayali arkadaştan sıkılır. Vakit geçirmemeye, onunla konuşmamaya başlar, hal böyle olunca da hayali arkadaş ile yolları kısa sürede ayrılır. Caillou izlemek varken kim hayali arkadaşın derdini sıkıntısını çeker?

7. Kısa sürede bir hayali arkadaşı olduğunu unutur, garibi ilgisizlikten öldürür

Sırf özentiden hayali arkadaş yaratırsan olacağı budur. Çocuk TV'de gördüğü her şeyi istemenin bir sonucu olarak yarattığı hayali arkadaşı iki günde unutur. Yıllar sonra "aa benim bir hayali arkadaşım vardı" diye anımsar ama ismini bile aklına getiremez.

8. Hayali arkadaş hayal edemez

Amerikalı çocuklar yüzlerce çizgi filmden, çocuk filminden, çizgi romanlardan beslenirken, sadece Pepee'den, biraz da Caillou'dan beslenen bir çocuğun bir arkadaş hayal etmesi bir hayli zordur.

9. Hayali arkadaş yaratma amacı boşa düştüğü için kendi kendine gönderir

Amerikalı çocuk yalnızlığını, derdini paylaşmak, okulda dayak yediği kabadayı çocukları anlatmak için hayali arkadaş yaratır, arada da uygun düşerse üstüne birkaç defa suç atmak da bir beis görmezken, Türk çocuğu hayali arkadaşı sadece üstüne suç atmak için yaratacak pragmatizme sahiptir. Ancak daha önceden bunun kabul görmeyeceğini, ailenin hayali arkadaşı havayı tokatlayarak döveceğini belirtmiştik. E suçu üzerine atamadıktan sonra neye lazım hayali arkadaş?

http://onedio.com/haber/turk-cocuklarinin-hayali-arkadaslarinin-olmamasinin-9-sebebi-311024

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Zihnimizdeki Gerçeklik Algısı

Zihin yaşadıklarını an içerisinde geçmişe dönük sürekli yeniden yapılandırır.Yaşadığı süreç içerisinde gördüğü/şahit olduğu veya bizzat deneyimlediği her olay,öğrendiği her bilgi bu işleme tabi tutulur ve hafızadaki kayıtlı bilgiler yeniden şekil alarak kodlanır.
Ve insan kendisini beyan ederken etkileşimde olduğu kişi ya da kişilerin yaklaşım ve yorumlarına göre de kendisini/yaşadıklarını tekrar tanımlamaya ve anlamlandırmaya başlar.Bu yüzden yaşadıklarımızı paylaşacağımız kimselere dikkat etmeli ve onları özenle seçmeliyiz.İnsan içinde bulunduğu koşullara göre çok çabuk şekil alma özelliğine sahip bir varlık olduğu için(su gibi), yaşadıklarımızın karşımızdaki tarafından hangi düzlemde değerlendirildiği çok büyük önem arz etmektedir.Karşımızdaki kişinin bizi dinlerken sergileyeceği her tutum,jest,mimik,tepki ve söylem bu süreçte çok büyük etkendir.Eğer hassasiyetle ve aktif bir şekilde dinleniyor isek her hangi bir somut çözüm üretilmese bile,sadece anlaşıldığımız bize hissettirildiğinde kendimizi daha objektif değerlendirebilir,ve hayatımızda daha farklı alternatifler geliştirebiliriz.Bunu bizzat kendimiz yapabiliriz çünkü her insanın içerisinde bu potansiyel çözüm vardır.
İnsan anlaşıldığı anda var olur, anlaşıldığını hissettikçe kendini değerli bulur.Anlaşılmak yargılanmadan,sorgulanmadan sadece anlaşılmak.Sorunlarımızın üstesinden gelemeyişimizn de en büyük sebebidir aslında kendi içimizdeki ve dışımızdaki/etrafımızdaki yargıçlar.İç dünyamızda yaşadığımız bir çok şeyi kendi içimizdeki yargıçlardan dolayı dinlemeyiz,kabul etmeyiz ve yok sayarız.Bu da içimizde varolan enerjinin/duygunun bastırılması/yok sayılması anlamına gelir.Örneğin:Çok mutsuzuzdur ancak iyi görünmek zorunda hissederiz kendimizi ve rol yaparız, bu mutluluk rolü bir süre sonra kendi içimizdeki uçurumun derinleşmesine sebep olur ve artık boğulmaya başlarız.Bu sefer dış dünyaya çok garip tepkiler vermeye başlarız öfke patlamaları,gereksiz alınganlıklar,ağlama krizleri,anlamsız gülmeler vb.İşte o zaman bir şeyin alarmı çalmaya başlamıştır artık.Tabii bu sürece somatik tepkiler de eklenir baş ağrısı,mide ağrısı/bulantısı,omuz ağrıları vs. Beden dillenir ve yeter der bize isyan eder.Kendini dinle artık,kaçma kendi gerçeğinden.
Hayattaki en büyük lütuflardan biri gerçekten anlaşıldığımızı bize hissettiren kişilerin varlığıdır.Yargılanmadan birileri tarafından kabul görmek insana kendini değerli hissettirdikçe insan artık negatif olarak gördüğü şeylere bile pozitif anlam yüklemeye başlar.Hele bir de karşımızdaki bu konuda bir profesyonel ise…İnsan varlığı,hayatı ve yaşanmışlığı ne ve nasıl olursa olsun kabullenmeye başlar.İşte o zaman anlamlandırma süreci daha da etkinleşir ve yaşadığı olaylara,insanlara ve en önemlisi ise bizzat kendisine doğru anlam yükledikçe (kedini bildikçe) enginleşir,farklı bakış açıları geliştirir artık hayata dar bir zeminden değil farklı boyutlardan bakabilen bir boyut kazandırabilir.İşte gerçek özgürlük budur,insanın kendi anlam dünyasında oluşturduğu özgürlük.Başka türlü her türlü somut imkanlara sahip olsa da insan asla doymaz ve hep daralır,sığlaşır.Maddi imkan ve rahatlık,konforun hayatımıza huzur getirememesinin sebebi budur.Her şeye sahibiz ama huzura,ruha ve anlama sahip değiliz.Bilgi bombardımanı altındayız ancak anlam dünyasından yoksunuz.Sadece ezberliyoruz ve tekrarlıyoruz.Üretemiyoruz sadece tüketiyoruz.
Zıtlıkların diyalektiğini yaşıyoruz aynı anda ve aynı zeminde.Bu yüzden karmaşığız.Ancak bu karmaşıklık da doğru yapılandırılıp doğru okunduğunda bizi asl a götüren büyük bir fırsata dönüşebilir.Yaşadığımız sürece zihnimizdeki yeniden yapılanma da devam ettiği için hayatımızdaki nitelendirmeler de sürekli değişmektedir.Örneğin:Doğru bildiklerimiz zamanla yanlış gelebilir,negatif olarak değerlendirdiğimiz şeyler zamanla pozitife dönüşebilir ya da hiç hoşlanmadığımız biri zamanla çok sevdiğimiz birine,çok sevdiğimiz kişi ise nefret edeceğimiz birine dönüşebilir.
Ancak insan zihninde an da takılı kalma tuzağı vardır.Sanki o andan hiç çıkmayacakmış gibi algılar hayatı ve doğruları.Sorgulamaz ve tek gerçeklik olarak nitelendirir içerisinde bulunduğu doğruları,duyguları.Buna saplanıp kaldığı için hayatı zehir eder kendine.Hani der ya ayette:'Allah kimseye zulmetmez ancak insan kendi nefsine zulmeder' diye.Bu kesinlikle böyle.Hayatta her şeyinin anlamının zaman içerisinde değişeceğini bile bile takılı kalırız o an ki duygu ve düşüncelerimize.Bu durum ‘Ben değişemem,benim karakterim/huyum bu' diyen kişilerde daha bariz tezahür eder.Bunlar sorumluluk almak istemezler,bu yüzden kendilerini sorgulamazlar bile.Ya çok korkaktırlar,öz güvenleri çok düşüktür ya da narsistirler(kendilerini yüceltirler).Bir insanın kendisine verebileceği en büyük zarar,kötülük bu olsa gerektir.Değişime kapalı olmak.Kendini yeterli görmek,sorgulamamak.'İnsan kendini yeterli gördü mü haddi aşar' der ayette.Demek ki kendini diriltenler,kendini bilenler hadlerini bilenlerdir.Hadlerini bilmeyenler ise cahiller.
Hayatta okunacak çok fazla şey olduğu gibi( insan,olaylar,kitaplar,kainat vs.),çok farklı okuma şekli de vardır.Her söylem kendi gerçekliği üzerinden kendi doğrusunu inşa eder.Tarihsel sürece bakıldığında bu da değişkendir.Paradigmalar vardır,insanlığın zaman içerisinde kabul gördüğü gerçeklikler.Bunların doğruluğu öyle kanıksanır ki artık tabu haline dönüşür ve bunları sorgulayanlar tarihte canlarından bile olmuşlardır(Sokrat vb.).Ancak zamanla paradigmalar değişir ve insanların en çok direnç gösterdikleri şeyler, en çok değişime uğrayan şeylere dönüşür.Gerçekliklerin değişken olması demek değildir ki hayatta kalıcı hakikat yoktur.ASLA!
Hakikat vardır ancak onu herkes kendine has boyutuyla değerlendirmekte,farklı boyutlara/anlama zeminlerine de karşı çıkmaktadır.Burada bize engel olan şey ego larımızdır.Ego her şeyin en doğrusunu hatta tek doğruyu bildiğine kanaat eder.Bu yüzden evren ile insanlık ile bütünleşemez, yalnızlaşır.Daraldıkça daralır.Daralan ego (bireysel ya da toplumsal anlamda) parçalanır,dağılır ve bu da beraberinde yeniden yapılanma oluşturur.
Sözün özü hayatta hiçbir düşünce,doğru kendi başına tek gerçeklik değildir.Hakikat vardır ancak o bizim beyinlerimizin onun bütününü olduğu gibi anlayamayacağı kadar yücedir,aşkındır.Bakii olan hakikat yalnızca Allah'tır.
Hamd/övgü alemlerin Rabbi olan ve yarattığı insanı en iyi bilen,anlayan,tanımlayan gerçek dost Allah'a mahsustur…
Psikolog/Psikoterapist
Fatma ÇAKIR ÇALIŞKAN

http://www.doktorsitesi.com/makale/zihnimizdeki--gerceklik--algisi

6 Temmuz 2014 Pazar

Akıllı insanlar niçin aptalca şeyler yapar?

İnsan dehası ve zekâsı söz konusu olduğunda, aklımıza çoğunlukla en zeki ve en yetenekliler gelir. Bu doğaldır; herkes Einstein’lara, Mozart’lara hayranlık duyar ve onlar gibi olmak ister.
Buna karşılık skalanın diğer ucunda olanlarla pek kimse ilgilenmez. Bu insanları tanımaya çalışmanın hiçbir yararı oladığına inanılır; bunların ancak laboratuvar faresi olarak işe yarayacağı düşünülür.
Oysa aptallık göz ardı edilemeyecek kadar önemli ve ilginç bir konudur; farklı bir açıdan yaklaşıldığında çok şaşırtıcı ve çarpıcı bilgilere ulaşılabilir. Aptallık bilimi, zeka kavramını daha derinlemesine kavramamızı sağlamasının yanı sıra, şu anda dünyayı yönetmekte olan çok sayıda “akıllı” insanın yaptığı aptalca hataların nedenlerini anlamamıza yardımcı olabilir.
APTALLIK DÜŞÜK IQ SONUCU DEĞİL
Mantıksız, saçma, budalaca fikirlerin peşinden gidenlerin hepsi düşük IQ’lu değildir. Böyle bir zekâ, büyük ölçüde rasyonelliğin yakınından bile geçmez. IQ testlerinden yüksek bir puan almanız sizin aptallık yapmayacağınız anlamına gelmez.
Kaldı ki kimse aptalca kararlar almasına yol açan eğilimlere yüzde yüz karşı koyamaz. IQ derecesi veya eğitim yalnızca bir referanstır; tanım olarak aptal olmadığımızı gösterir. Bu da kişisel düzeyde zararlı olabilir: IQ’dan bağımsız olarak, rasyonellik testlerinde başarısız olanların plansız hamilelik veya kumar borcu gibi hatalar yaptığı sıklıkla görülür.
BÜYÜK ÖLÇEKTE APTALLIK
Kişisel sınırları aşıp, geniş kitleleri etkileyen aptallığın zararları da kitleseldir. Örneğin, kasıtlı olmasa da bunu teşvik eden bir iş kültürü, ekonomik krizlere neden olabilir. Gerçekten de bu çok büyük hasar yaratır, çünkü bankalar akıllı insanların mantıklı hareket ettiğini varsarken, aynı zamanda enine boyuna tartılmış mantıklı davranışlar yerine sezgiye dayanan spontan davranışları ödüllendirir. Bir bilim insanı bu eğilimi şöyle açıklıyor: “Bir insan ne kadar zeki ise, aptallığının sonuçları o kadar yıkıcı olur.”
Aynı kural siyasiler için de geçerlidir: Irak’ın istilası, akıllı olduğu varsayılan insanların muazzam boyutlara varan aptallıklar yapabildiği bir kez daha gözler önüne seren önemli bir örnektir.
APTALLIĞIN SINIRI YOK
“Yalnızca iki şey sonsuzdur; evren ve insanların aptallığı. Ancak ilki hakkında kuşkularım var.” Einstein bu sözleriyle aptallığın sınırı olmadığına işaret ederken, Amerikalı yazar Harlan Ellison aptallığın ne kadar yaygın olduğunu şöyle ifade ediyor: “Evrende iki şey çok boldur; hidrojen ve aptallık.”
Einstein ve Ellison’ı bu kadar rahatsız eden aptallığın zekâ derecesiyle – özellikle IQ- hiçbir bağlantısının olmadığı artık biliniyor. Çok zeki bir insan aynı anda çok aptal da olabilir. Akıllı insanların kötü kararlar almasının altında yatan faktörler anlaşıldıkça, ekonomik krizler gibi toplumun karşı karşıya kaldığı büyük felaketlerin anlaşılması ve çözüme kavuşturulmasının da yolu açılacak. Daha da ilginci, aptallık konusunda yapılan araştırmalar, kitleleri derinden etkileyen aptalca kararları engelleyebilecek.
APTALLIK VE ZEKÂ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN GEÇMİŞİ
Zekâ ve aptallığın tek bir spektrumun iki zıt ucu olduğu fikri eskilere dayanır. Rönesans döneminin ünlü din bilimcisi Erasmus, Deliliğe Övgü isimli yapıtında, delilik (stultitia), kendi kendisine övgüler düzer; bu arada çocuklukta ve yaşlılıkta, aşkta, evlilikte ve dostlukta, politikada ve savaşta, yazında ve bilimde deliliğin nasıl her zaman egemen olduğu gösterilir. Tüm uğraş alanları, bu arada özellikle din kurumu ve din adamları bu panorama çerçevesinde sergilenir. Deliliği konuşturma kisvesi altında Erasmus, çağının kilisesine ve o kilisenin mensuplarına en acımasız eleştirileri yöneltir. Bu niteliğiyle Deliliğe Övgü çağlar boyunca bağnazlığa karşı kaleme alınmış en yetkin düzeydeki başyapıtlardan biri olmuştur.
Ancak 18.yüzyılda aptallık vasat bir zekânın sonucu olarak görülmeye başlar. Bunun bir uzantısı olarak, insan yeteneğindeki farklılıkları açıklamak isteyen modern yaklaşımda ise IQ testleri devreye girer ve insanın zihinsel kapasitesini tek bir sayıya indirgeme yolunu seçer. Michigan Üniversitesi’nden psikolog Richard Nisbett bunu şöyle açıklıyor: “Eğer IQ’nuz 120 dolaylarında ise yüksek matematik kolaydır. 100 civarında ise yüksek matematiği öğrenebilirsiniz, ancak bunun için sizin ve öğretmenlerinizin çok büyük gayret göstermesi gerekir. IQ’nuz 70 ise yüksek matematiği öğrenme şansınız sıfırdır. Kısaca bu ölçüm akademik ve profesyonel başarınızı önceden tahmin etmenin bir yoludur.”
ZEKÂ FARKLILIĞININ NEDENLERİ
IQ derecesini belirleyen çeşitli faktörler vardır. Zekâ farklılığının % 30’u, içinde yetiştiğiniz koşullardan, örneğin beslenme ve eğitimden kaynaklanır. Genler ise iki insan arasındaki farkın % 40’ından sorumludur.
Bu farklılıklar beynimizdeki bağlantılarda kendini gösterir. Daha zeki beyinlerde nöronların arasında daha verimli bir ağ bağlantısı olduğu izlenir. University of the West of England’dan Jennie Ferrell, bu bağlantıların bir insanın kısa süreli “faal” belleğinin nasıl kullandığını belirlediğini ileri sürüyor: “Bu nöral bağlantılar, verimli zihinsel bağlantıların kurulmasında biyolojik bir temel oluşturur.”
Zekâ farklılıklarının nedenleri konusunda bugüne dek şu varsayımlar geliştirildi:
*Genetik sürüklenme (genetic drift) evrimsel sürecin temel mekanizmalarından biridir. Doğal seçilimden farklı olarak, bir popülasyon içerisindeki genetik yapının adaptasyon olmadan, tamamen şans eseri olarak değişmesidir. Daha çok küçük popülasyonlarda etkilidir; büyük populasyonlar ise matematiksel olarak etkilenmezler, çünkü tesadüfi olayların etkisi azdır. Bu fikri savunanlardan biri olan Stanford Üniversitesi’nden Gerald Crabtree, zekâmızın sürekli olarak mutasyon geçiren 2000-5000 gene bağlı olduğunu ileri sürüyor. Uzak geçmişimizde zekâları alt düzeylerde seyreden atalarımız, genlerini bir sonraki nesle miras bırakma şansını yakalayamadan aramızdan ayrılmış olabilir, fakat Crabtree’ye göre, insan topluluklarında işbirliğinin gelişmesi sayesinde zekâsı düşük insanlar daha başarılı olanların sırtından geçinerek hayatta kalma şansını elde edebilirler. Bu koşullarda MÖ 1000’li yıllarda yaşamış herhangi biri günümüzün en zeki, en bilgili kişisi olabilir (Trends in Genetics, vol 29, p 1).
*Uzak geçmişimizdeki atalarımızın zekâsı hakkında bir tahmin yürütmek zordur ve aslında ortalama zekâmız yakın geçmişimizde az da olsa artış göstermiştir. Bu fikri savunan University of York’tan psikolog Alan Braddeley, görüşlerini şöyle dile getiriyor: “İnsan düşüncesinin tek boyutu IQ ölçümleri değildir. Aptallık, bilimsel bir terim değildir. Pek çok zeki insanın aynı zamanda aptal olduğunu da görüyoruz .”
HEM ZEKİ HEM DE APTAL İNSANLARIN PARADOKSU
Bir insan hem zeki, hem de aptal olması nasıl açıklanabilir? Bu paradoksu açıklamaya yönelik kuramlardan biri Princeton Üniversitesi’nden bilişim uzmanı Daniel Kahneman’a ait. Kahneman, insan davranışları konusundaki çalışmalarıyla Nobel Ekonomi Ödülü’ne hak kazandı. O güne dek insanların doğuştan rasyonel oldukları varsayılıyordu.
Oysa Kahneman ve meslektaşı Amos Tversky, bunun tam tersini iddia etti. Kahneman ve Tversky’ye göre insanlar bilgiyi işlerken, beyin iki farklı sisteme erişir. IQ testleri bunlardan yalnızca birini ölçer. Bu da sorun- çözümünde bilerek, isteyerek yapılan işlemdir. Oysa günlük yaşamda insanların normal tepkileri sezgilerinin kontrolü altındadır.
ZİHİNSEL KISA YOLLAR
Bu sezgisel mekanizmalar insanlara evrimsel avantaj sağlar. Bilgi çokluğu karşısında karar vermekte zorlanan insanlar bu mekanizmalar yardımıyla kendilerine bir çıkış yolu bulur. Bunlar sıra dışı olayları kalıplara uydurma, doğrulama eğilimi ve belirsizliğe direnme gibi bilişsel eğilimlerden oluşan bir stratejidir. İnsanlar, ilk çözümün, çözümlerin içinde en iyisi olmadığını fark etmiş olsalar dahi, kısa yoldan ilk çözümü kabul etme eğilimindedir.
Evrimsel sınavı başarı ile geçen bu mekanizmaların hepsine toplu olarak “höristik stratejiler-zihinsel kısa yollar” denir. Başka bir deyişle bu, sorunun çözümünde gereksiz detayları elemine ederek kısa yoldan çözüme ulaştıran bir stratejidir. Ancak zihinsel kestirmeler, muhakeme yeteneğimizi tümüyle ele geçirirse, mantık tamamen rayından çıkabilir. Bu nedenle kestirme yollara karşı direnç geliştirmek gereklidir; aksi takdirde aptalca davranışlara zemin hazırlanmış olur. Ferrell bunu şöyle açıklıyor: “Kestirme yollara sapma eğiliminin IQ ile bir ilgisi yoktur. İnsan aptallığını anlamanın bir yolu da bu kestirme yollara sapma eğilimini ölçen testtir.”
İşte Toronto Üniversitesi’nden bilişim uzmanı Keith Stanovich, rasyonellik katsayısı (RQ) adını verdiği bu testi geliştirmeye çalışıyor.
RASYONELLİK KATSAYISI ÖLÇÜMÜ
Doğal olarak yüksek rasyonellik katsayısına sahip olup olmadığınızı belirleyen faktörler nelerdir? Stanovich’e göre RQ, IQ’dan farklı olarak, genlere veya çocukluktan gelen çevresel koşullarına bağlı değildir. Her şeyden önce RQ, insanın kendi bilgisinin doğruluğuna değer biçebilme yeteneğidir. Yüksek RQ’ya sahip insanlar, kendi farkındalıklarını güçlendirmişler ve bu bilgi dağarcığının kendilerini düze çıkartacağına inanmışlardır.
MANTIĞI RAYINDAN ÇIKARTAN ETMENLER
Stanovich farkındalığı güçlendirmeye yönelik en basit yaklaşımlardan birinin, nihai karara varmadan önce sezgisel çözümü, tam karşıtı ile karşılaştırmak olduğunu söylüyor. Böylece bildikleriniz ve bilmediklerinize ilişkin daha net bir farkındalığa sahip olabilirsiniz.
Ferrell ise Stanovich kadar iyimdr değil; doğal olarak yüksek RQ’ya sahip insanların bile kontrolleri dışındaki koşullar altında aptalca kararlar verebileceğini söylüyor.
Aptallığın bir diğer tetikleyicisi de duygusal dalgalanmalardır.Üzüntü ve endişe, aktif belleği bulandırıp fiili durumu değerlendirmede yetersiz kalmasına yol açabiliyor. Bu yetersizliği gidermenin de en yaygın yolu, zihinsel kısa yollardan birini seçmektir. Başka bir deyişle höristik stratejiden medet ummaktır.
YÜKSEK IQ’LU APTALLAR
Aptallığın tarihi konusunda çalışmaları bulunan Hollandalı Matthijs van Boxel, gözlemlerine dayanarak yüksek IQ’lu insanların yaptığı aptallıkların çok yıkıcı olduğunu söylüyor. Bunun nedeni, zeki insanlara daha fazla sorumluluk verilmesidir.
Stanovich yüksek IQ’lu insanların yaptığı aptalca hataların etkisinin en fazla de mali çevrelerde hissedildiğini söylüyor. Şu anda standart bir RQ testi, zihinsel kısa yol tuzağına düşme eğilimi taşıyan kişilerin yönetici olarak seçilmelerini engelleyebilirdi. Ama böyle bir test henüz standardizasyon aşamasını geçemediği için kullanıma hazır değil.
Van Boxel insanların geçmişte yaptıkları aptallıkları gelecekte de tekrarlamamaları için herkesin –özellikle de iktidardakilerin ve en zekilerin- kendi zayıflıklıklarını büyük bir alçak gönüllülükle kabul edip, ne bilip ne bilmedikleri konusunda farkındalıklarını güçlendirmelerini tavsiye ediyor.
Derleyen: Reyhan Oksay
Kaynak: New Scientist, 30 Mart 2013
http://psychology.about.com/od/hindex/g/heuristic.htm
http://www.businessdictionary.com/definition/heuristics.html
http://www.kurtkleiner.com/stories/ut.why.smart.people.do.stupid.things.html

İnsanlar neden ve nasıl aptallaşır?


İnsan neden ve nasıl aptallaşır?
Çocuklarımıza onları yetiştirirken birçok şey öğretiriz ama onlara asla öğretmediğimiz bir şey varsa o da düşünmektir. Siz hiç çocuğuna düşünmeyi öğreten bir anne veya baba gördünüz mü? Göremezsiniz! Çünkü düşünmek öğrenilen veya öğretilen bir eylem değildir. Beynimizin nasıl düşündüğünü biliyor muyuz ki çocuklarımıza öğretelim?

Bakmayın siz “düşünüyorum, o halde varım” gibi hamasi sözlere. Düşünen insan değil, insanın bir organı olan beyindir. Bu nedenle de her çocuğun beyni doğuştan düşünebilir ve bizim çocuklarımıza düşünmeyi öğretmemize gerek kalmaz. Sadece biz insanlar mı? Hayır! Beyni olan her canlı, her hayvan düşünmesini bilir. Çünkü onlarında kendiliğinden düşünebilen bir beyinleri vardır. Tilkilerin, farelerin, yunusların, şempanzelerin, hatta ve hatta kuş beyinli olarak aşağıladığımız kargaların bile düşünebildikleri ve ne kadar akıllı ve zeki hayvanlar oldukları bilinen bir gerçekliktir.

Hayvanlar sadece düşünen, akıllı ve zeki hayvanlar değil aynı zamanda da biz insanlardan çok daha normal, rasyonel eylemler, davranışlar sergileyen canlılardır. Siz hiç aptalca bir eylem yapan, davranış bozukluğu gösteren bir hayvana rastladınız mı? Rastlayamazsınız! Hayvanlar asla ve asla aptalca bir davranış sergilemezler. Hayvanların yaptığı her eylemde amaca yönelik bir rasyonellik daima vardır ve bu kuralın tek bir istisnası bile yoktur.  

İnsanların yaklaşık üçte biri davranış bozukluğu gösterir ve psikolojik tedaviye muhtaçtır ama hayvanların ne psikolojik sorunları vardır, ne de biz insanlar gibi davranış bozuklukları gösterirler. İşin en enteresan tarafı rahmetli Aziz Nesin’in de belirttiği gibi insanların % 60’ı aptallarmış. % 60 oranı üzerinde belki tartışabiliriz ama hepimizin de bildiği gibi insanların bir kısmı akıllı bir kısmı da aptal oldukları konusunda kimsenin bir şüphesi yoktur.

Hayvanlar aleminde akıllı hayvan, aptal hayvan farklılığı yoktur. Siz hiç aptal bir tilkiye, fareye, yunusa, şempanzeye veya kargaya rastladınız mı? Rastlayamazsınız! Çünkü bütün hayvanlar kendi türlerine göre farklı gelişmişlik ve farklı akıl düzeylerine sahip olmalarına rağmen aynı hayvan türünün mensupları arasında akıl ve zekâ açısından en ufak bir farklılık yoktur. Örneğin bir tilki ne kadar akıllıysa bütün tilkilerde o kadar akıllıdır. Peki, nasıl oluyor da hayvanlar arasında kendi türleri içinde akıllı, aptal farklılığı yokken, insanlarda aptallık oldukça yaygın şekilde gözlemlenebiliyor?  

Canlılar nasıl doğuştan beyinleri sayesinde düşünebilme yeteneğine sahiplerse aynı şekilde de doğuştan akıl ile donatılmış olarak dünyaya gelirler.  Zaten ufak çocuklara da bakarsanız onların daha okuma yazmayı filan öğrenmeden cin gibi olduklarını görürüz. Çünkü çocuklarda doğuştan akıllıdırlar ve bu nedenle de aklın öğrenilmesi gerekmeyen bir yeti olduğunu kabul etmemiz gerekir.  

Akıl zamanla geliştirilebilen bir yeti değil, doğuştan sahip olunan bir yetenektir ve zaman içinde aklın gelişmesi, daha üst seviyeye çıkması söz konusu değildir. Benzer bir şekilde görme yeteneği de doğuştan sahip olunan bir yetenektir. Kimse görme yeteneği geliştirerek ileri yaşlarda daha iyi, daha net, daha güzel görmez. Aksine çeşitli etkenlere bağlı olarak zamanla görme becerimizde sorunlar yaşamaya örneğin gözlük kullanmaya başlarız. Aklımızla ilgili olarak da aynı sorunu yaşarız. Biz zaman içinde daha akıllı, daha zeki olmayız, aksine zaman içinde sadece ve sadece aptallaşabiliriz.

Biz zannederiz ki insan okudukça, eğitim gördükçe akıllanır, zekileşir. Oysa bu şimdiye kadar bilimsel olarak hiç araştırılmamış, sorgulanmamış, dolayısıyla da doğrulanmamış  bir varsayım, bir hurafedir. İnsan asla doğduğundan daha akıllı ve zeki olamaz, çünkü bu teorik olarak mümkün değildir. İnsan eğitim sürecinde bilgi edinir ama aklını, zekâsını geliştiremez. Eğitim sürecinde yalan yanlış bilgiler ezberleyen bir insanın doğduğundan daha akıllı ve zeki olması mümkün olabilir mi? Hiç düşündünüz mü okumuş cahiller sözü nereden geliyor? İnanmayacaksınız ama okumuş cahiller vardır çünkü eğitim insanı kolaylıkla aptallaştırabilmektedir.

Akıl okuma ve eğitim yoluyla kazanılan bir meleke olsaydı hiç eğitim almayan, kitap okumayan tilkilerin, kargaların aptal olarak dünyaya gelip yine aptal olarak dünyadan gitmeleri gerekmez miydi? İnsan okuma ve eğitim yoluyla akıl ve zekâ geliştirebiliyor olsaydı daha 2-3 yaşındaki çocukların bile cinliklerinden, şeytani zekâlarından bahsedebilir miydik? Ama okumuş cahillerden bahsedebiliyoruz!

Her canlı gibi insanlarda doğuştan akıllı ve zeki varlıklardır. Ancak ne var insanlar yanlış, dünya gerçekliğini çarpıtan eğitim sonucunda zamanla aptallaşırlar ve doğanın onlara armağan ettiği akıl dediğimiz o değerli yeteneği, beceriyi tamamen olmasa bile büyük ölçüde yitirirler. Hayvanlar ise içinde yaşadıkları doğayı sadece duyu organları vasıtasıyla % 100 gerçekçi bir şekilde duyumsadıkları ve algıladıkları ama yalan yanlış bilgilerle eğitilmedikleri için doğdukları andan sonra daha akıllı veya zeki olamazlar ama asla ve asla aptallaşmazlar. Bu nedenle de insanın doğuştan sahip olduğu aklına mukayyet olup olamaması okumak ve eğitim almakla ilgili bir sorun değil okuduğu ve aldığı eğitimin ne oranda dünyanın gerçekliği ile bağdaşıp bağdaşmaması ile ilgili bir sorundur.

İster inanın, ister inanmayın ama yaşarken aptallaşmak hayvanlar aleminde örneği olmayan, sadece ve sadece biz insanlara has bir özelliktir.

Peki, insanlar eğitim yoluyla nasıl aptallaşır?

Akıl insanın sahip olduğu veya olmadığı bilgi birikimi ile alakalı bir sorun değildir. Akıl canlıların ve insanların doğuştan sahip oldukları olaylara bakarak, sebep sonuç ilişkilerinden faydalanarak içinde yaşadığı dünyanın gerçekliğini ve nedenselliğini anlayabilme yeteneğidir. Bu yetenek doğuştan sahip olunduğu için hayvanlar ve çocuklarda çevrelerinde olan bitenlerin farkına vardıkları ilk andan itibaren işlevini yerine getirir ve onlar olayları takip ederek, sebep sonuç ilişkilerinden yararlanarak neyin neden olduğunu anlamaya başlarlar. Ancak ne var biz eğitim sürecinde çocuklarımıza bir takım gerçekle alakası olmayan varsayımlar, hurafelerde öğretiriz. Bu varsayım ve hurafeleri gerçekmiş gibi öğrenen, koşullanan, şartlandırılan çocuklar o gerçek dışı varsayımları gerçekmiş gibi öğrendiklerinde, hatta ezberlediklerinde doğanın gerçek sebep sonuç ilişkisi ile eğitim yoluyla öğrendikleri sebep sonuç ilişkilerini birbirlerine karıştırmaya başlarlar ve bu durumda da akılları onlara yol gösteren bir araç olmaktan çıkar aptalca ve salakça sebep sonuç ilişkileri kurmaya başlarlar. Sonuçta da akıllarında faydalanamamaya başlar ve aptallaşırlar. Diğer bir ifadeyle de öğrendiği, ezberlediği varsayımlar ve hurafeler doğrultusunda gerçeklik algısını yitiren insanların akli dengeleri bozulmaya başlar.

İnsanın gerçeklik algısı neden bozulur?

Hayvanlar içinde yaşadıkları dış dünyalarını sadece duyu organları vasıtasıyla duyumsar ve algılarlar. İnsanlar ise doğumlarından itibaren büyüklerinden duydukları anlatılar doğrultusunda dünyayı anlarlar. Ancak ne var insanların anlatıları büyük ölçüde gerçeklikle hiçbir alakası olmayan varsayımlara, hurafeler dayalıdır. Bu nedenle de kulaktan dolma bilgilerle dünyayı zihninde anlamlandıran ve kavramlaştıran insan ister istemez dünyanın gerçekliğini görmemeye başlar ve içinde yaşadığı gerçek dünyaya yabancılaşır. Bu sürecin sonunda da olayların arkasında yatan nedensellik örüntüsünü çarpıtmaya başlar.

Siz hiç gerçek yaşamda bir şeyin yoktan var olduğunu gördünüz, şahit oldunuz mu? Hayır, göremezsiniz! Ama dini öğretiler doğrultusunda varoluşu anlamaya başlayan insan kolaylıkla tanrının evreni yoktan var ettiği, çamur karıp insanı yarattığı hurafesine inanır. Sonuçta da o insan hiçbir şeyin yoktan var edilmediği dünyada yaratılış palavrasına inanmaya başlar. Dini öğreti gerçekliği çarpıtmış ve insanın varsayımlara dayalı sebep sonuç ilişkileri kurmasına, dünyayı kendi gerçekliğine aykırı bir şekilde anlamlandırmasına neden olmuş, diğer bir ifadeyle de akli dengesini bozmuştur.

Siz hiç haksızlığa maruz kalan bir insanın kendi kendisine ceza verdiğine şahit oldunuz mu? Olamazsınız, çünkü doğal akla sahip hiçbir insan haksızlığa maruz kaldığında kendi kendisini cezalandırmaz. Bu akla, mantığa aykırı bir davranış olurdu. Ama içinde yaşadığı dünyayı edebi eserlerle anlamaya çalışan bir insan, örneğin Ömer Seyfettin’in “Diyet” isimli hikâyesini okuyan, o hikâyeden etkilenen, onu özümseyen bir insan Koca Ali’nin yaptığı gibi patronu Kasap Mehmet’in yaptığı haksızlıklara, aşağılamalara dayanamayıp kendi kolunu kesip onun yüzüne fırlatabilir. İnsanların kendilerini jiletlemeleri, pire için yorgan yakmaları, inandıkları dava uğruna aptalca mücadeleler vermeleri, yeri geldiğinde canlı bomba olmayı bile kabullenip kendileriyle birlikte bir sürü insanın ölümüne sebebiyet vermeleri akılcı bir davranış mıdır? Hayır, elbette ki değil, ama dünyayı, din, edebiyat, sanat adamlarının anlamlandırmalarıyla anlayan, değerlendiren insanlar bütün bu aptallıkları yaparlar. Oysa onlar o öğretileri hiç okumamış, hiç öğrenmemiş olsalar, cahil ama doğuştan sahip oldukları akılları kirletilmemiş, çarpıtılmamış olsaydı bu saydığım davranış bozukluklarının hiçbirini yapmazlardı. Siz hiç ineği kutsal kabul edip inek avlamayan, inek eti yemeyen bir yırtıcı hayvana rastladınız mı? Hayır rastlayamazsınız! Çünkü hiçbir hayvan ineğin kutsallığı veya domuzun haramlığı gibi akıl dışı, mantık dışı saçmalıklara inanmaz. Bütün yırtıcı hayvanlar doğal akıl ile donatıldıkları için avlayabildikleri her hayvanı afiyetle yerler ve tanrıların öğretilerine itibar etmezler.

İnsanlar dünyayı 4 ana disiplin çerçevesinde anlamlandırır ve bu anlamlandırmalar doğrultusunda dünyayı anladıkları, kavradıkları, algıladıkları gibi birbirlerinin dünyayı algılama biçimlerini belirler ve birbirlerini karşılıklı olarak eğitirler. Bu 4 düşünce disiplinin de

1.       Din,

2.       Edebiyat,

3.       Sanat ve

4.       Bilim

disiplinleri olduğunu biliyoruz.

Dinler insanın dünyanın doğaüstü ve her şeye muktedir tanrılar tarafından yaratıldığını esas olarak kabul eden, tamamen kanıtlanamaz, varsayımlara dayalı öğretilerdir. Dinlere göre tanrı tüm evrenin ve canlıların efendisidir ve hayatı tek başına belirler. Dini öğretilerin sebep sonuç ilişkisi ve mantık kurgusu öylesine çelişkilidir ki o öğretilere inanan bir insanın gerçek yaşamın olayları karşısında akılcı değerlendirmeler yapması neredeyse olanaksızdır.

Edebiyat ve sanat ise aslında öğreti değillerdir. Bu disiplinler tamamen yazarın ve sanatçının kendi kişisel dünya anlayışına dayalı his, duygu ve düşünceleriyle oluşturulan kurgulardır. Edebiyatçı ve sanatçı kendi sübjektif bakış açısı doğrultusunda dünyayı, yaşamı anlamlandırır ve onların gerçekçi olmak gibi bir kaygıları da yoktur. Onlar aslında kendilerini anlatıyorlardır. Ancak ne var anlatıları başarılı olduğu ölçüde okuru etkiler ve onun dünya anlayışını da büyük ölçüde belirler.  Vatanları, milletleri, kahramanlıkları yücelten, savaşlara methiyeler düzen bir yazar her ne kadar kendi duygu ve düşüncelerini dile getiriyor olsa da etkilenen okurun da bu duygu ve düşünceleri benimsemesi, özümsemesi doğal bir sonuçtur. Edebiyatçı “bayrakları bayrak yapan kandır, toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır” dediği zaman kendince bir bayrak ve vatan tanımı yapmış ve vatan uğrunda ölmeyi de okuruna büyük bir meziyetmiş gibi önermiş olur. “Vatan için ölmek” veya “varlığını Türk varlığına armağan etmek” gibi akla, mantığa, insanlık onuruna aykırı fikir ve duygulara empoze edilerek kişiliğine kavuşan insanın aklını geliştiremeyeceği, aksine var olanın da yitirileceği sanırım ortadadır. Edebiyatçı ve sanatçı objektif olmak zorunda değildir ama sübjektif düşünceleri, fikirleri, değer yargıları en az dinler kadar insanın kişiliğinin inşasında etkili olduğu düşünülecek olursa onların okurlarına herhangi bir şey kazandırmayacağı aksine var olan aklını da başından alıp gideceği muhakkaktır. Koca Ali’nin uğradığı haksızlık karşısında kendi kolunu kesip atması ancak bir edebiyatçının kurguladığı dünyada yaşanabilecek türden bir saçmalık değil midir?

Her gün seyrettiğimiz TV dizileri de muhakkak ki sanat eserleridir. Bu dizileri dikkatle takip ederseniz hemen hepsinin senaryosunda akıl almaz çelişkilerin ve saçmalıkların olduğunu ve onlara dayalı yaşamların sabah akşam izleyicilere sanki gerçekmiş gibi servis edildiğini görmemek mümkün değildir. Bu akıl dışı, çoğu zaman da şiddet içerikli kurguların insanları etkilemediği ve onların kişisel gelişimleri üzerinde olumsuz rol oynamadıklarını ileri sürmek sanırım mümkün değildir. İnsanların bu dizileri zaman zaman gözyaşları içinde seyrettikleri, kötü karakter canlandıran sanatçıların halk tarafından sevilmemesi TV dizilerinin izleyicilerin kişilik yapısı üzerinde ne kadar etkin bir rol oynadığını kanıtlamaz mı?  

İnsanın aklının gerçeklik bilinciyle işlevselliğine kavuşacağı ortadayken sürrealist, gerçeklik dışı kurguların, sanat eserlerinin insanın gelişmesine katkısı olacağı varsayımı bence kanıtlanmadığı müddetçe bir varsayım ve hurafe olmaktan ileri gidemez. Bir şeyin insana veya insanlığa bir yararı dokunuyorsa bu yararın da kanıtlanabilir bir yarar olması gerekmez mi? Sanat ve edebiyat insana zevk verebilen, onun hoş vakit geçirmesini mümkün kılan disiplinlerdir ancak ne var sanat ve edebiyat insana somut, gerçek bilgiler vermez. Bu nedenle de sanat ve edebiyatın insanlığın gelişmesine vesile olduğu varsayımı kocaman bir yalandan başka bir şey değildir. Bu disiplinler elbette ki insana zevk verir, hoşça vakit geçirmelerine olanak sağlar ama yaşanan gerçekliğe aykırı mesajlar vermesi halinde de insanı geliştirmeyeceği aksine aptallaştıracağı muhakkaktır.

İnsana ve insanlığa somut olarak sayısız yararı dokunan bir düşünce disiplini varsa o da muhakkak ki bilimlerdir. Çünkü insanlık din, edebiyat ve sanat yoluyla en ufak bir gelişme sağlayamamış ama bugün gündelik yaşamımızda kullandığımız, faydalandığımız, yararlandığımız her şey bilimler sayesinde keşfedilmiş, icat edilmiş ve geliştirilmiştir.

Bilimsel bilgiler kanıtlanabildikleri, deney yoluyla doğrulabildiği, uygulama yoluyla nesnelleştirilebildikleri için dünyanın gerçeğinden yola çıkarak kazanılmış bilgilerdir. Bu nedenle bilimsel bilgiler insanın içinde yaşadığı gerçekliği kavrayabilmesi açısından güvenilebilecek yegâne bilgi kaynağıdır.  Bilimler insanı muhakkak ki olduğundan daha akıllı, daha zeki kılmaz ve buna da zaten gerek yoktur. Ancak ne var bilimsel bilgiler insanın içinde yaşadığı gerçekliği çarpıtmayan yegâne bilgi türü oldukları için onu hiçbir şekilde aptallaştırmaz. Önemli olanda zaten budur.  Çünkü doğa insanı zaten tüm canlılar gibi akıllı bir varlık olarak var etmiştir ve onun iletişim veya eğitim yoluyla aptallaşmasının önüne geçebilirsek insanlığın tüm sosyal sorunlarını da çözmek önünde en ufak bir engelin kalmayacağı muhakkaktır. Aptallığın kökünün kurutulduğu bir dünyada nasıl hayvanlar milyonlarca yıldır koklaşa koklaşa anlaşabiliyorlarsa insanlar da tarihlerinde ilk defa konuşa konuşa anlaşabilecek ve günümüzde var olan bütün sosyal sorunları kolaylıkla çözeceklerdir.

Mustafa Atilla

http://blog.milliyet.com.tr/insan-neden-ve-nasil-aptallasir-/Blog/?BlogNo=338160

17 Haziran 2014 Salı

Matrix Film Serisi Üzerine

Matrix Filmi - Morpheus: Rüyaların tanrısı

Yunan efsanesinde Morpheus rüyaların tanrısıdır ve uyku tanrısı Hipnos'un oğludur. Matrix filmi sık sık rüyalardan bahseder. Bu dünyanın hayal bir dünya olduğundan söz eder. Neo gerçek dünyaya! gitmek için kırmızı bir hap alır. Aslında gerçekte uyuşturuculara bir gönderme vardır. Morpheus Neo'ya bir teklif yapar. Eğer gerçek dünyayı görmek istiyorsa iki haptan birini, kırmızı olanı almalıdır. Maviyi alırsa yatağında uyanacak ve bu dünyada kalacaktır. Matrix filmindeki isimler tesadüfi isimler değildir. Morpheus'un ismi buna tipik bir örnektir, çünkü Morpheus Hipnos'un oğludur. Film özünde ruhçuluk içeriklidir. Aslında benzer birçok film ruhçuluk içeriklidir ve aynı konuyu işlemektedir. Amerika'da bazı film yapımcıları insanların gördükleri rüyaları satın alarak bunları filme dönüştürmekteler. Rüyalar, yorumları ve bunlarla ilgili kitaplar sayısızdır. Bazı insanlar bu rüyalardan etkilenerek ve yönlendirilerek film yaparlar ya da ruhçuluk içerikli romanlar yazarak milyonlarca insanı etkilerler. Böylece maddesiz bedenli ruh varlıkların herkesin rüyasına girmelerine gerek kalmaz. Domino etkisiyle herkes şu ya da bu şekilde etkilenir. Tıpkı bir sürünün başındaki hayvanı yönlendirince bütün sürünün onların peşinden gitmesi gibi. Bugün ruhçuluk bu yirminci yüzyılda geçmiş yüzyıllardaki kadar belki de daha fazla yaygındır. Peki film neyi anlatır?

Matrix, temel olarak kader öğretisini vurgular. Bütün savaşlardan ve kötülüklerden "baş mimar"ı sorumlu tutar, yani Tanrı'yı bütün kötülüklerin sorumlusu olarak gösterir. Herşeyi o bir programla planlamış yani alın yazısını yazıp, herkesin kaderini önceden belirlemiştir. Filmde ayrıca birçok dinsel unsurlar da vardır. Ajan Smith Şeytan'dır. Neo Mesih', Trinity aslında üçlük demektir. Sion ise göksel krallıkla ilgilidir. Film aslında birçok konuyu ve kimliği çarpıtarak ortaya koyar. Ajan Smith devamlı olarak insanın içinde bulunduğu durumu küçümser, kötüler. İnsanları pislik olarak görür ve sık sık aşağılayıcı ifadelerde bulunur. Filmde ruhçuluğun üç temel unsuru vardır. Şiddet, seks ve sahte öğretiler. Filmde geçen bazı ifadelerden birçoğu Kitabı Mukaddes'e göndermeler yapar, Tanrı'yı ve amacını kötü olarak gösterir. Filmdeki "baş mimar" - Tanrı aslında dünyayı ve insanları daha önce beş kez yoketmiştir. Filmde de zaten 2199 yılında dünyanın hali perişandır ve sorumlusu gene Tanrı'dır. Ajan Smith - Şeytan sanki Tanrı'dan daha iyi biridir. Sonuçta o bir programdır, asıl suçlu onu programlayıp yaratandır. Kısacası, ruhçuluğun yöntemlerinde sinsilik hakimdir.

Matrix filmi - Mesculin Nedir?

Matrix filminin başından bir diyalog:

ADAM - Bir sorun mu var dostum, her zamankinden daha solgun duruyorsun.
NEO - Şey bilgisayarım. Uyanık mısın yoksa uyuyor musun? Bundan emin olamadığın duygusuna kapıldığın oldu mu?
ADAM - Hmm. Her zaman. Adına MESCULİN diyorlar. Uçmanın en iyi yoludur. ...

Mesculin nedir? Güçlü bir uyuşturucudur. Bir kaktüs türünden elde edilir. Kızılderililerin dinsel törenlerinde kullandığı bir halusinojen maddedir.


Matrix - Rüyalar - Uyuşturucu - Trans

Matrix filminin başlangıcında rüya konusu vardır. Bir bilgisayar programcısı olan Neo rüyalar görmektedir. Zihni karışmıştır. Film kendi anlatım tarzıyla rüyaların etkisini anlatıyor. Bunlar sıradan rüyalar değildir. Neo bunlara bir anlam verememektedir. (NEO - Şey bilgisayarım. Uyanık mısın yoksa uyuyor musun? Bundan emin olamadığın duygusuna kapıldığın oldu mu? ADAM - Hmm. Her zaman. Adına MESCULİN diyorlar. Uçmanın en iyi yoludur.) Bu adam aynı şeyi söyler ve uçmaktan bahseder. Yani uyuşturucu kullanarak uçmak. Birlikte bir eğlenceye giderler. Burada çalınan müzik heavy metaldir. Heavy metal müziği, uyuşturucular ve satanizm bir üçlü oluştururlar. Heavy metal müziği Şeytan'ı ve kötülüğü yüceltir. (Filmin sonundaki listede filmde geçen müziklerin bir listesi veriliyor. Birinin adı şöyle: Işığı görmeye başlıyorum.)

Hipnos, Morpheus, Nebukadnessar ilginç isimlerdir ve hepsi trans ve rüyalarla bağlantılı olarak seçilmiş isimlerdir. Hipnoz'la kişi uyutulur ve rüya gösterilir. Morpheus'ta Yunan mitolojisinde uyku tanrısı Hipnos'un (Hipnoz) oğludur ve rüyaların tanrısıdır. Nebukadnessar bir rüya görmüştür. Rüyalar, rüyalar ve gene rüyalar. Ne anlatılıyor? Verilen mesajlar:

Bu dünya normal bir dünya değildir, sanaldır, yapaydır. Eğer gerçek dünyayı görmek istersen bizimle bağlantıya geç ve transa gir. Ya da bizim sana göstereceğimiz rüyaların gerçek dünya olduğunu kabul et. Transa girebilmen için, yani bizim seninle bu bağlantıyı kurabilmemiz için uyuşturucu maddelerle zihnini uyuştur.

Film önce rüya ve transla konuya girer. Rüya ve trans konusuyla bir gerçeği tersinden göstermeye çalışır. Maddesiz bedenli ruh varlıkların, gerek uykuda kendi oluşturdukları yapay rüyalarla, gerekse uyuşturucu maddelerin yardımıyla kişiyi transa geçirdikleri gerçeğini tersinden gösterir. Yani, bu rüya ve transla gösterilen alem, gerçek alemdir denilir. Güya, bu özel rüyalar esnasında, aslında kişi kendisine gösterilen rüyadan çıkmış gibi gösterilir. Yani, şu an herkes güya günlük yaşamını yaşarken, bir rüyayı yaşıyormuş gibi gösterilir. Bunun tersi olarakta biri bu özel rüyaları gördüğünde ya da transa girdiğinde ise, sanki rüyadan çıkıyormuş gibi gösterilir. Yani taban tabana zıttır.
Filmdeki Matrix bu dünyadır ve bu dünya gerçek değil sanaldır, tıpkı bir bilgisayar programının sanal olduğu ve sadece sayılardan (matrix) oluştuğu gibi. Bu şekilde de bu dünya hayaldir ve herşey yapaydır. Bir programın içeriği, önceden planlandığı gibi yazılmıştır. Kişiler bunun dışına çıkamazlar. Hatta gözleri gerçeği göremez, çünkü beyinlerinde bütün bunlar yapay olarak gösterildiğinden, yapay dünyayı (matrixi) gerçek sanmaktadırlar. İddia edilen şey budur.

Yunan mitolojisindeki Hipnos'un oğlu Morpheus, rüyaların tanrısıdır (filmde değil) ve Neo'ya eğer isterse ona matrixin dışındaki gerçek dünyayı gösterebileceğini söyler. Neo bunun için bir hap almalıdır. Eğer mavi hapı alırsa (uyuşturucu etkisi olmayan maddeyi simgeleyen), bu dünyanın ötesindeki öbür gerçek dünyayı görmek istemediğini belirtmiş olacaktır. Kırmızı hapı alırsa, bu gerçek dünyayı algılamasına yardım edecek hapı (uyuşturucu maddeyi simgeleyen) alarak, matrixin dışındaki dünyaya adım atmak istediğini göstermiş olacaktır.

Filmin asıl konusu yalnızca rüyaları içermez. Asıl konu kaderdir. Filmin ilk başında da bundan söz edilir. Filmde insanların kaderleri anlatılıyor. Bu kader çok berbattır. Dünya harap olmuş, makineler insanları yakıt pili olarak tarlalarda üretip, enerji olarak tüketmektedirler vs. Ama insanlara bu durum gösterilmesin diye, kontrol adı verilen bir sistemle yapay bir dünyayı algılamaları sağlandığı anlatılır. Yani dünyamız. Bu hayal ve sanal bir dünyadır. İnsanların gerçekleri görmemesi için yapılmış bir kontrol programıdır denilir. Öte yandan bu programla, dünyadaki durumların güzel gösterildiği varsayılır. Eğer öyleyse, neden bugün açlık, yoksulluk, hastalık, savaşlar, terör ve başka bir çok sorun var diye sormak gerekir. Neden bu kontrol programı her şeyi en yüksek seviyede güzel göstermemektedir?

Verilmek istenen mesaj şudur. Sizin bir kaderiniz var. Bu çok kötü bir kaderdir. Siz bunun kölelerisiniz. Bu kaderi sizin için yazan "mimar" (Tanrı) sizinle ilgilenmiyor. Onun ilgilendiği tek şey, kendi projesini gerçekleştirmiş olmak. Bir program yapmış ve sadece matematiksel denklemlerin eşitlenmesini amaçlamıştır. Daha ayrıntılı bilgiler filmin 2. ve 3. bölümlerinde verilmektedir. Ama daha filmin girişinde Tanrı'nın insanları ne berbat bir duruma soktuğu ve bunun Tanrı'nın insanlara karşı yaptığı çok büyük bir kötülük olduğu anlatılmaya çalışılır.

Kitabı Mukaddes'e göre bu ruh varlıkların insan zihinlerini etkileyebildikleri gösterilmektedir. Zaten bu yüzden Kitabı Mukaddes'in çok yerinde ruhçulukla ilgili her şey suçlanır. Uzak durulması emredilir.

Düşler gerçekleşebilir:

Aranızdan bir peygamber ya da düş gören biri çıkarsa, bir belirtiyi ya da şaşılası bir olayı önceden bildirirse, 'Bilmediğiniz başka ilahlara yönelip tapınalım' derse, söz ettiği belirti, şaşılası olay gerçekleşse bile, o peygamberi ya da düş göreni dinlememelisiniz. Tanrınız RAB kendisini bütün yüreğinizle, bütün canınızla sevip sevmediğinizi anlamak için sizi sınamaktadır... O peygamber ya da düş gören öldürülecek. - Yasanın Tekrarı 13: 1-5 

Düşler aslında şu ya da bu şekilde bir yalan ve aldatma aracıdır:
Size gelince, peygamberlerinizi, falcılarınızı, düş görenlerinizi, medyumlarınızı, büyücülerinizi dinlemeyin!... Sizeyalan peygamberlik (kahinlik) ediyorlar. - Yeremya 27:9-10 

Bu ruh varlıklar kabus göstererek eziyet edebilirler: (Eyüp bu gördüğü kabusların Tanrı'dan kaynaklandığını sanıyordu.)

Yatağım beni rahatlatır, 
Döşeğim acılarımı dindirir diye düşündüğümde, 
Beni düşlerle korkutuyor
Görümlerle yıldırıyorsun. 
Öyle ki, boğulmayı, 
Ölmeyi şu yaşama yeğliyorum. - Eyüp 7:13-14 

FİLMDEN SAHNE:

ADAM - Halleluya, Sen kurtarıcımsın dostum. Benim özel İsa Mesih'im.
...

ADAM - Bir sorun mu var dostum, her zamankinden daha solgun duruyorsun.

NEO - Şey bilgisayarım. Uyanık mısın yoksa uyuyor musun? Bundan emin olamadığın duygusuna kapıldığın oldu mu?

ADAM - Hmm. Her zaman. Adına mesculin diyorlar. Uçmanın en iyi yoludur. 

(Eğlenceye giderler - disko - Heavy Metal Müzik çalınıyor. Trinity'yle karşılaşır.)

(Satanizm, Heavy Metal Müziği ve uyuşturucular üçlü bir takımdır. Heavy Metal Müziği varsa diğer ikisi de vardır.)
...

TRİNİTY - Sorunun ne olduğunu sen de biliyorsun.

NEO - Matrix nedir?

TRİNİTY - Cevap dışarda bir yerde Neo. O (Morpheus) da seni arıyor. Eğer çok istersen seni bulacaktır Neo. ...

MORPHEUS - Sanırım kendini şu an biraz Alice gibi hissediyorsun. Sen de zaten uyanmayı bekleyen ve gördüğü şeyleri kabul eden birinin bakışları var. Ne ilginçtir ki gerçekte bundan pek farklı değil. Kader'e inanır mısın Neo?

NEO - Hayır.

MORPHEUS - Neden?

NEO - Çünkü hayatımı kontrol edemediğim fikrinden hoşlanmıyorum.

MORPHEUS - Ne demek istediğini çok iyi biliyorum. Sana burda olma sebebini açıklayım. Burdasın, çünkü birşey biliyorsun. Bildiğin şeyi de açıklayamıyorsun ama hissediyorsun. Hayatın boyunca hissettin. Bu dünyada yanlış olan birşeyler vardı, ne olduğunu bilmiyordun ama ordaydı. Beyninin içinde dolaşıp seni deli ediyordu. Seni bana getiren işte bu his. Neden söz ettiğimi biliyor musun?

NEO - Matrix.

MORPHEUS - Peki ne olduğunu öğrenmek istiyor musun? Matrix her yerdir. Etrafımızı çevreler. Şu anda bu odanın içinde bile. Pencereden baktığında ya da televizyonu açtığında onu görebilirsin. Çalışmaya gittiğinde onu hissedebilirsin. Kilise de bile. Vergilerini öderken. Gerçekleri görmeni engellemek için gözlerinin önüne çekilen bir dünya bu.

NEO - Ne gerçeği?

MORPHEUS - Bir köle olduğun gerçeği, Neo. Sen de herkes gibi bir köle doğdun. Dokunamadığın, tadamadığın ya da koklayamadığın bir hapishanedesin. Beyninin içi bir hapishane. Ne yazık ki, Matrix'in ne olduğunu kimse söyleyemez. Bunu kendin görmek zorundasın. Bu senin son şansın. Bundan sonra bir geri dönüş olmayacak. Mavi hapı alırsan hikaye sona erer. Yatağında uyanırsın ve istediğin her neyse ona inanırsın. Kırmızı hapı alırsan, harikalar diyarında kalırsın. Ben de sana tavşan deliğinin gittiği yerleri gösteririm. ... Unutma sana vaatettiğim tek şey gerçek, fazlası değil.
(Neo kırmızı hapı yutar. Transa girmeye başlar.)

MORPHEUS - Beni izle. ... Zaman her zaman aleyhimize işledi. Lütfen şuraya otur.

(Neo bir makineye bağlanır.)

MORPHEUS - Aldığın hap, bir izleme programının parçası. Veri giriş çıkış sinyallerini karıştırıp yerini bulmamıza yarayacak.

NEO - Ne demek bu.

BİR ADAM - Şu demek. Kemerlerini sıkı bağla Dorothy, Çünkü Kansas yok olmak üzere.

(Neo aynaya elini uzatır. Ayna görüntüsü sıvı gibi dalgalanır. Neo maddenin kurallarının değiştiği başka bir dünyaya geçmiş gibi olur.)

NEO - Sizde...

MORPHEUS - Hiç çok gerçek olduğundan emin olduğun bir düş gördün mü Neo? Peki, bu düşten hiç uyanmasaydın, düşler dünyasıyla gerçek dünya arasındaki farkı nasıl anlayacaktın?

NEO - Bu olamaz.

MORPHEUS - Ne olamaz, gerçek mi?
(Neo sıvı maddeyle kaplanır. içine damarlarına işler. İçine ruh girmiş gibi! Neo transa girer, acı çeker, kıvranır. Makineler Neo'ya işkence ederler, boğazını sıkarlar. Neo, bir sara nöbeti geçiren hasta gibi işkence görür. Sonra bir zincirin ucunda yukarıya bir kapaktan çıkarılır. Sanki yeraltındaki bir ölüm diyarından başka bir dünyaya çıkmış gibidir. Trans gerçekleşir.)

MORPHEUS - Gerçek dünyaya hoş geldin. Başardık Trinity, onu bulduk.

TRİNİTY - Umarım haklısındır.

MORPHEUS - Ummak zorunda değilim, bundan eminim.

NEO - Öldüm mü?

MORPHEUS - Yakınında bile değilsin.

ADAM - Hala çok uğraşması gerekecek.

NEO - Ne yapıyorsunuz?

MORPHEUS - Bütün kasların erimiş, yeniden oluşturuyoruz.

NEO - Gözlerim neden acıyor?

MORPHEUS - Daha önce hiç kullanmamıştın. Dinlen Neo, bütün cevapları alacaksın.

(Neo kablolara bağlı yatmaktadır. Kalkar ve kolundan bir kabloyu çeker. Ensesinde bir bağlantı noktası vardır. Bu beynini kontrol eden kablo girişidir.)

NEO - Morpheus bana neler oldu? Bu yerde neresi?

MORPHEUS - Neresi olduğundan önemlisi, ne zaman oldu.

NEO - Zaman mı?

MORPHEUS - 1999 yılı olduğunu sanıyorsun ama aslında nerdeyse 2199 oldu. Tam yılı bende söyleyemiyorum. Çünkü aslında biz de bilmiyoruz. Bunu sana açıklamak için söyleyebileceğim bir şey yok Neo. Benimle gel kendi gözlerinle gör. Bu benim gemim. Nebukadnessar, bir howerkrafttır. Burası ana güverte. Burası merkezdir. Korsan sinyalleri buradan yayınlar, Matrixe burdan gireriz. Mürettebatımın çoğuyla daha önce tanıştın. Bu ... ... ... (Tanıştırır)

MORPHEUS - Matrix'in ne olduğunu öğrenmek istemiştin Neo.

(Trinity'ye seslenir ve Neo'yu bir koltuğa oturtup, ense girişine bir kablo sokarlar.)

MORPHEUS - Gevşemeye çalış. Kendini biraz garip hissedeceksin.

(Neo yaşadığımız dünyaya girer. Sanki hayal bir dünya gibi dekor vardır.)

MORPHEUS - İşte bu yapıdır. Bizim ana yükleme programımız. Elbiseden tut, ekipmana, silaha, eğitim simulasyonlarına ihtiyacımız olan her şeyi yükleyebiliriz.

NEO - Şu anda içinde olduğumuz bir bilgisayar programı mı?

MORPHEUS - Buna inanmak çok mu zor. Elbiselerin farklı, kolundaki ve başındaki girişler yok oldu, saç stilin değişti. Şu andaki görüntün, bizim deyişimizle kalıcı öz görüntü, yani dijital varlığının zihinsel yansıması.

NEO - Bu gerçek değil mi?

MORPHEUS - Gerçek olan nedir? Gerçekte nasıl tanımlarsın? Eğer hissedebildiklerinden, kokusunu alabildiklerinden, tadıp görebildiklerinden bahsediyorsan, onlar sadece beynin tarafından yorumlanan elektriksel sinyallerdir.

(Televizyonu açar ve kumandayı alır.)

MORPHEUS - İşte senin bildiğin dünya bu. Yirminci yüzyılın sonunda olduğu şekilde. Şu anda sadece sinirsel etkileşimli bir similasyonun parçası olarak var. Biz de buna Matrix diyoruz. Sen bir düş dünyasında yaşıyordun, Neo. İşte dünyanın bugün için hali bu.

(Dünya berbat bir yer olmuştur, çöl, fırtına vs. Derken oturdukları koltuklarla televizyonla birlikte bu çöle gelirler.)

MORPHEUS - Gerçeğin çölüne hoş geldin! Elimizdeki bilgiler sadece küçük parçalar halinde ama kesin bildiğimiz bir şey varsa, yirmibirinci yüzyılın erken dönemlerinde bütün insanlık büyük bir kutlamayı yaşıyordu. Çünkü sonunda kendi ulaşılmazlığımızı aşmış ve yapay zekaya can vermeyi başarmıştık.

NEO - Yapay zeka, yani düşünen bilgisayarlar mı?

MORPHEUS - Sonunda dev makineler ırkına dönüşen bireysel bir zeka. Kimin ilk saldırdığını bilmiyoruz. Belki biz belki de onlar. Ama gökyüzünü karartanın biz olduğumuzu biliyoruz. O zaman makineler güneş enerjisine bağımlıydı. İnanılansa, güneş olmayınca bir enerji kaynakları olmadan hayatta kalmayı başaramayacaklarıydı. İnsanlık tarihi boyunca hayatta kalmak için makinelere bağımlı olmuştuk. Oysa anlaşılan kaderin gerçek bir cilvesiydi.

(Gökyüzü felaket kopuyor gibi kıpkırmızı ve fırtınalarla doludur.)

MORPHEUS - İnsan vücudu 120 voltluk bir pilden daha fazla biyoelektrik üretir. Ya da 25000 BTU vücut ısısı yayar.Bunu füzyonun bir türüyle birleştiren makineler ihtiyaç duyabilecekleri bütün enerjiyi bulmuş oldular. Tarlalar oluşturdular, sonsuz tarlalar, öyle ki, artık orda insanlar doğmuyor, sadece yetiştiriliyor. Uzun zaman buna inanmak istemedim, ta ki, tarlaları kendi gözlerimle görene kadar. Ölen insanları sıvılaştırıp, yaşıyanları damar yoluyla besleyişlerini izledim. Orda durup bu dehşet verici işlemi izlerken, gerçeğin ne kadar açık ve korkunç olabileceğini anladım. Peki Matrix nedir? Kontrol. Matrix bilgisayar tabanlı bir düş dünyasıdır. Bizi kontrol altında tutmak için üretilmiştir. İnsanoğlunu başka bir şeye dönüştürmeye yarar, işte buna! (Bir pili gösterir.)

NEO - Hayır, buna inanmıyorum. Bu imkansız.

MORPHEUS - Kolay olacağını söylememiştim Neo. Sadece gerçek olacağını söyledim.

NEO - Dur, çıkar beni, çıkar beni, çıkmak istiyorum.....Çıkarın şu şeyi ... Benden uzak durun. ... Buna inanmıyorum.

ADAM - Aklını kaçıracak. Nefes al, nefes al.

(Neo kendine gelir.)

NEO - Geri dönemem değil mi?

MORPHEUS - Hayır. Ama gidebilseydin bile, bunu gerçekten ister miydin? Sana bir özür borçlu olduğumu düşünüyorum. Bir kuralımız var. Hiç bir aklı belli bir yaşa gelmeden özgürleştiremeyiz. Tehlikelidir. Zihin gerçeği kabul etmekte zorlanır. Bunu daha önce de gördüm. Yaptığım şeyi yaptım, çünkü buna mecburdum. ... Matrix ilk kez inşa edildiğinde içerde doğan bir adam vardı. (İsa'nın doğumu) İstediği her şeyi değiştirme yeteneği olan biri. (Mucizeler yapma yeteneği) Matrix'i kendi istediği gibi değiştirecek biri. İlk kişiyi kurtaran yine o olmuştu. (Hristos = kurtarıcı) Bize gerçeği öğretti. ("Yol ve yaşam ve gerçek benim" - İsa) Matrix var olduğu sürece insan ırkı asla özgür olamayacak. ("Siz gerçeği bileceksiniz ve gerçek sizi özgür kılacak" - İsa) O öldükten sonra, bir kehanet (peygamberlik) onun dönüşünü müjdeledi. (İsa'nın ikinci gelişi. İncil = müjde) Ve bu defa Matrix'i yok etmek için dönecekti. (İsa'nın ikinci gelişiyle bu dünya ortamını yok etmesi) Savaş sona erecekti. İnsanlarımızı kurtaracaktık. Bu yüzden bizler bütün hayatımızı Matrix'in içinde onu arayarak geçirdik. Bunu yaptım; çünkü, arayışın bittiğine inanıyorum. (Neo aradıkları kişidir. Mesihtir.) Şimdi biraz dinlen, ihtiyacın olacak.

NEO - Niçin?

MORPHEUS - Eğitimin için.

TANK - Günaydın. Uyuyabildin mi? ...Ben Thank. Eğiticin olacağım.

NEO - Sen de, sen de hiç...

TANK - Delik mi? (Ensedeki beyni kontrol girişi) Hayır. Ben ve kardeşim Doser, yüzde yüz, eski usul ev yapımı, özenle beslenmiş ürünleriz. Özgür doğduk. Hem de burda gerçek Dünya'da. Sion'un öz çocuklarıyız.

NEO - Sion mu?

TANK - Eğer savaş yarın biterse, Sion partinin olacağı yerdir.

NEO - Bir şehir mi?

TANK - Son insan şehri. Hayatta kalabildiğimiz tek yer.

NEO - Nerde?

TANK - Yerin çok altında, hala sıcak olan Dünya çekirdeğine yakın. Yeterince uzun yaşarsan sen bile görebilirsin. ... (Gülerek) Tanrım, söylemem gerek. Eğer Morpheus haklıysa senin neler yapabileceğini görmek için sabırsızlanıyorum. Bundan bahsetmememiz gerek. Ama sen, sen oysan, bu gerçekten heyecanlı olacak. Yapacak çok işimiz var. Hemen başlamalıyız.

(Savaş eğitimi vermeye başlar. Beynine döğüş programı verilir.)

NEO - Aman Tanrım!

TANK - Hey Mayki, sanırım hoşuna gitti (Mayki = Mikail. Mikail İsa'nın gökteki adı.)

(Zıplama programı yüklenir.)

MORPHEUS - Bildiklerini unutman gerekir Neo. Korku, şüphe ve inançsızlık. Aklını özgür bırak.

(Matrix'e - sanal dünya'ya gelirler. Program içinde)

MORPHEUS - Matrix bir sistemdir Neo. Bizim düşmanımızsa, bu sistem. İçine girdiğinde etrafına bakarsın. Gördüklerinse, öğretmenler, işadamları, avukatlar, marangozlar, kurtarmak istediğimiz, insanların kendi akılları. Ama bunu yapana kadar, bu insanlar hala bu sistemin bir parçası ve bu yüzden onlar bizim düşmanımız. Bunu anlamak zorundasın. Bu insanların çoğu kurtarılmaya henüz hazır değiller. Ve bazıları o kadar çaresiz, o kadar umutsuzca sisteme bağlanmışlar ki, onu korumak için savaşmayı göze alacaklar....

(Kırmızılı kadın ve silahlı bir adam)

NEO - Bu, burası Matrix değil mi?

MORPHEUS - Hayır. Sana bir tek şey öğretmek için tasarlanmış başka bir eğitim programı. Eğer bizden biri değilsen onlardan birisin.

NEO - Onlar kim?

MORPHEUS - Bilinçli programlar. (Ajan Smith = Şeytan ve diğer ajanlar = cinler) Sistemlerine donanımdan bağlı her türlü programa girip çıkabilirler.Yani henüz kurtaramadığımız her kişi potansiyel bir ajandır. Matrix'in içinde onlar herkestir. Ve hiç kimsedir. Onlardan kaçarak ve onlardan saklanarak hayatta kaldık. Ama kapıları onlar tutar. Bütün kapıları korur, bütün anahtarları taşırlar. Yani er ya da geç birinin onlarla savaşması gerekecek. (Vahiy'de söz edilen savaş)

NEO - Biri mi?

MORPHEUS - Sana yalan söylemeyeceğim Neo. Onların karşısına kim çıktıysa, bir erkek ya da bir kadın, bir ajanla savaşan herkes öldü. Ama onların başaramadığını sen başaracaksın.

NEO - Neden?

MORPHEUS - Bir ajanın beton duvara çarptığını görmüştüm. İnsanlar üstüne bütün mermilerini boşalttılar ama vurdukları havadan başka bir şey olmadı. Ama güçleri ve hızları hala kurallar üstüne kurulu bir dünyaya bağımlı. İşte bu yüzden asla senin kadar güçlü ya da hızlı olamayacaklar.

NEO - Ne anlatmaya çalışıyorsun? Kurşunlardan kurtulabilir miyim?

MORPHEUS - Hayır Neo. Anlatmaya çalıştığım. Hazır olduğunda buna gerek kalmayacak. (Mikail'in gücü) ...

Kahin'in yalanları

KAHİN - Morpheus'un seni bana neden getirdiğini biliyorsun. Ee, ne düşünüyorsun? Sence O, gerçekten sen misin?

NEO - Açıkçası bilmiyorum.

KAHİN - Kendini bil (Latince) Sana küçük bir sır vereceğim. O kişi olmak, aşık olmak gibidir. ... Sadece kemiklerinde hissedersin. Morpheus sana inanıyor Neo. Ve hiç kimse, ne sen ne ben onu aksine inandırabiliriz.O kadar gözü kapalı inanıyor ki, Neo. Seni kurtarmak için kendi hayatını feda edecek. Bir seçim yapmak zorunda kalacaksın. Bir elinde Morpheus'un hayatı olacak ve diğer elinde kendi hayatın. İçinizden biri ölecek. Ama kim? Bunu sen belirleyeceksin. Özür dilerim evlat, gerçekten üzgünüm, iyi bir ruhun var. Ben iyi insanlara kötü haberler vermekten nefret ederim. Aa, bunun için endişelenme. Bu kapının dışına adımını atar atmaz, kendini iyi hissetmeye başlayacaksın. Bu kader saçmalıklarının hiç birine inanmadığını hatırlayacaksın. Sen kendi hayatını kontrol ediyorsun. Al. Bir kurabiye al...

(Oysa bu kahin kadın, insanların kendi hayatlarını kontrol ettiklerini sandıkları bir programı bulup önermişti. Burada yalan söylüyor. Filmde Kahin yalan söyleyen biri olarak gösterilir ve şu cümle de Kahin'in ağzına konulur: "Bu kader saçmalıklarının hiç birine inanmadığını hatırlayacaksın. Sen kendi hayatını kontrol ediyorsun." Yani Kahin yalan söylediğinden dolayı, bu sözlerin tersi doğrudur fikri veriliyor. Kahin'in söylediğinin aksine, kader vardır ve sen kendi hayatını kontrol etmiyorsun denilmiş oluyor. Kahin Neo'yu bu sözlerle yönlendirir ve teşvik eder. Filmin en sonunda Mimar, kahine "Tehlikeli bir oyun oynadın" der. Yalanın adı burada oyundur. Kahin: "Benim işim daima tehlikelidir" diye yanıtlar.)

Matrix filmi ve anlattıkları

Matrix filminin bir sahnesinde Tanrı'yı temsilen "mimar" şunları söyler:
"Matrix'i ben yarattım. Tasarımı yapan mimarım. Ben de seni bekliyordum. Aklında bir sürü soru var. İşlem bilincini değiştirdiği halde, hala insan olmaya devam ediyorsun. Ancak, yanıtlarımdan bazılarını anlayacak, bazılarını anlamayacaksın. Aynı şekilde, aklındaki ilk soru en önemlisi olmasına rağmen, belki de en mantıksızı olduğunun farkında bile değilsin."

"Ancak, yanıtlarımdan bazılarını anlayacak, bazılarını anlamayacaksın." sözleriyle matrixin tam olarak anlaşılamayacağı özellikle belirtilir. Yani matrix bir ölçüde açıklanabilir ama tam olarak değil, bu vurgulanır. Bunun böyle olması ise gayet normaldir. Çünkü, ruhçulukla ilgili şeylerde gizemlilik esastır. Açıklıyormuş gibi yapıp da açıklamamak vardır. Herşey basit, yalın ve açık değildir. Aksine karmaşık, felsefi, mantığı zorlayan, birbiriyle kopuk olan pek çok şey vardır. Matrix'in felsefesi eski Babil'deki dinsel oluşumlardan günümüze kadar devam eder. Matrix'deki dinsel ya da felsefi öğretiler ta o zamandan beri vardır. Önce film neyi anlatıyor, buna bakalım:

Matrix filmine göre, bir baş mimar evrendeki her şeyi planlayıp ortaya çıkarmış, yaratmıştır. Bunu yaparken de, olacak her şeyi bütün ayrıntılarıyla hesaplamış ve uygulamaya koymuştur. Yani olan her şeyin, bütün sonuçların bir nedeni vardır. Ancak bu neden, baştan belirlenmiş bir nedendir. Bu neden kaderdir, alın yazısıdır, filmdeki ifadeyle bir bilgisayar programıdır. Bu program bütün evreni ve içindeki her şeyi kapsamaktadır. Program bir kaç kez yeniden yapılır, çünkü hatalar içermektedir. Bu, filmdeki Matrix programıdır. Bu program herşeyi kapsar. Herşeyi kontrol eder. Matrix kontroldür. Matrix'in içi bu yaşadığımız dünyadır. Matrix'in dışı ise öbür dünya olan ruh dünyasıdır. Filmde bu ifade geçmese de bir öbür dünya vardır ve gerçek dünya odur. Ayrıca gerçek dünyadan, gerçeği görerek bakıldığında da yaşadığımız Dünya - dünya gördüğümüz gibi değildir denilir. Filme göre, içinde yaşadığımız dünya bir hayaldir.

Programın kendisi kaderdir. Programın dışına çıkmak kaderin dışına çıkmak olur. Sistemin tam işlemesi için, insanların bu programı itiraz etmeden kabul etmeleri gerekmektedir. Yoksa program çökebilir. Yani kaderlerini itiraz etmeden kabul etmelidirler. Ama yapılan programlar ise şimdiye kadar hep hatalı olmuştur. Mimar daha önce beş kez hata yapmıştır ve hata yaptığı için bütün yarattığı canlıları ve insanları tekrar yok etmiştir. Bu kez altıncısını da yok edecektir. İlk yaptığı mükemmeldir ama her nedense mükemmel olduğu halde başarısız olur! (Hem mükemmel, hem başarısız olması nasıl oluyorsa!) Mimar ilk matrixi mükemmel yapmıştır, fakat hata insanın kusurlu olmasından kaynaklanmıştır. (Sanki insanın kusurlu olması da kendi hatasıdır ve insan kendini kusurlu yaratmış gibi bir çelişki vardır ve bu da açıklanmaz!)
(Tanrı neden kötülüğe izin veriyor? Burada anlatılan Tanrı'nın baştan böyle yarattığıdır. O böyle kötü programlamış ve insanları da en kötü özellikleri gösterecek şekilde yaratmış.)

En sonunda yardımcı bir program, ki bu kahindir, bir öneri getirir. Bu öneriye göre, eğer insanlara özgür seçim yapmak üzere seçenekler verilirse, program verimli bir şekilde işleyebilecektir, çünkü insanlar kendilerinin özgür olduklarını ve özgür seçimler yaptıklarını zannedeceklerdir. Böylece programı itiraz etmeden kabul edebileceklerdir. Yani kişiler kaderlerini itiraz etmeden kabul edeceklerdir. Bunun için kendilerine seçenekler sunulmalıdır. Daha doğrusu seçenekler varmış gibi yapılacaktır. Bu seçeneklerin sunulması ise, insanların bu seçeneklerden birini, kendi özgür seçimleriyle seçtikleri anlamına gelmeyecektir. Seçecekleri seçenek zaten bilinçaltlarında kayıtlıdır ve böyle olduğu halde bunu farketmeyerek kabul etmektedirler. Onlar özgür iradeleriyle bu seçimi yaptıklarına inandırılmaktadırlar. Aslında verecekleri kararlar önceden bellidir ve kaderlerinin dışında karar veremezler.

Fakat gene de, az sayıda olsa da bazıları kaderlerini kabul etmek istemeyeceklerdir. Bu da programı bozabilecektir. Bunların kontrol edilmesi gerekmektedir. Bunun için bir kontrol mekanizması oluşturulur. Bu matrixtir. Yani matrix bilgisayar ortamında sanal bir düşler dünyasıdır. Gerçek değildir. Bu şekilde insanların kötü bir yaşamın içinde oldukları, yani Dünya'nın bir gezegen olarak yaşanmaz bir hale gelmiş olduğu gerçeği onlardan gizlenir.
Matrix'in ilk zamanlarında doğmuş birinin (İsa) istediği herşeyi değiştirme yeteneği (mucize yapma) vardır. Bu kişi ilk kişiyi kurtarır ve o da diğerlerini. Morpheus, Trinity gibi bazı insanlar bu sanal düş dünyasından bu kişilerin yardımıyla çıkmayı başarıp, gerçek dünyaya geçmişlerdir. Neo'ya da aynısını yapması için yardım edilir. Çünkü o da bazı şeylerin yanlış gittiğinin farkındadır, ama anlamamaktadır. Neo da matrixin dışına çıkarılır. Bu kişiler matrixe girip çıkmanın bir yolunu bulmuşlardır. Bu korsan bir yoldur, korsan sinyalleriyle ana bilgisayara girilerek yapılır. Çünkü matrixin sahibi baş mimardır ve matrixi kullanarak - sanal bir ortamda dünyayı güzel göstererek - insanları kontrol eder ve isyan etmelerini önler. Matrix'ten çıkmanın bir yolunu bulan Morpheus ve diğerleri, diğer insanları da zamanı gelince bu sanal dünyadan gerçek dünyaya kurtarmak istemektedirler. Ama Morpheus, henüz bu insanların bunu kabul edebilecek olgunlukta olmadıklarını söyler.

Çelişki 1

Matrix sanal bir düş dünyasıdır. Böyle olunca herşeyi sanal ortamda çok güzel göstermek mümkündür. Yani herkese düşünde en yüksek seviyede bir yaşamı sürüyormuş hissi vermek mümkündür. Hatta bu yüzden Reagen adlı biri arkadaşlarına hainlik ederek, matrixin yalan-sanal-yapay bir ortam olduğunu bilmesine rağmen, bu matrix ortamının güzelliklerine geri dönmek bile istemektedir. Peki ama bu dünyada pek çok sefillik, savaş, hastalık, kötülükler vardır. Bunlar neden bu sanal düş programında bulunmaktadır. Madem ki, matrix insanları kontrol etmek için var. İnsanlara bir yandan isyan etmesinler diye her şey güzel gösterilebilindiğinden bahsediliyor. Ama öte yandan aynı matrixte olan şeyler, yani dünyamızda yaşanan pek çok şey ise, insanlar için hiç te içaçıcı şeyler değildir.

Çelişki 2 

Ayrıca matrix bir yandan sanaldır ve düş dünyasıdır, öte yandan gerçek bir Dünya vardır. İkisinin ayrım farklılığında bir tuhaflık vardır. Mimar bir yandan matrixi ben yarattım demektedir. Yarattığında acaba Dünya 22. yüzyıldaki halde miydi? Hayır. Daha iyi durumdaydı. Gene de matrix (sanal ortam) vardı. Peki başlangıçta her şey iyiyse, bu iyi şeyler varken, neden tekrar herşeyi iyi göstermek için bir matrixe ihtiyaç duyuluyor. Yani bir karışıklık var, ancak bu normaldir. Normaldir ama yalnızca bir film olduğu için değil, ruhçuluk böyledir. "Gerçeğin çölüne hoş geldin" denilerek, maddeden oluşmuş şekliyle "Dünya yıl 2199) bir matrix vardır. Matrix olarak maddi bir alan mı var? Filmde bu var. Hem de matrix olarak sanal bir alan var. Yani açık seçik değildir.

Çelişki 3 

Sanal ortam insanların gerçek yaşam sürdüğü hissini verecek kadar gerçekse, neden ayrıca "gerçek dünya" denilen bir yere ihtiyaç olsun? Herşey sonsuza kadar güzel bir düş şeklinde devam edebilirdi. Maddeden oluşan Dünya'ya ve diğer şeylere ne gerek vardı?

Çelişki 4 

Eğer matrix denilen dünya yalnızca sanal bir ortamsa ve hayalden ibaretse, neden orada ölününce gerçek dünyada da ölünüyor? Bunun tersi gerçek dünyada ölünürse bu normaldir ama tersi olunca bir tuhaflık oluşuyor. İnsan rüya da ölürse gerçek dünyada da mı ölür? Matrix'in sanal bir program, bir düş dünyası olduğunu film söylemiyor mu?



Filmden diyaloglar

MATRİX 2 

MİMAR- Merhaba Neo.

NEO- Sen de kimsin?

MİMAR - Matrix'i ben yarattım. Tasarımı yapan mimarım. Ben de seni bekliyordum. Aklında bir sürü soru var. İşlem bilincini değiştirdiği halde, hala insan olmaya devam ediyorsun. Ancak, yanıtlarımdan bazılarını anlayacak, bazılarını anlamayacaksın. Aynı şekilde, aklındaki ilk soru en önemlisi olmasına rağmen, belki de en mantıksızı olduğunun farkında bile değilsin.

NEO - Neden burdayım?

MİMAR - Maalesef yaşamın, matrix programından kaynaklanan bir denklemin dengesiz sonucundan ibaret. Sen bir anormallik sonucu oluştun. Bütün çabalarıma rağmen, gerekli matematik hesapların kesin uyumunu sağlamayı başaramadım. Bu sorunun mutlaka çözülmesi gerekiyor; ancak, benim kontrolüm dışında gelişen olaylar yüzünden buraya gelmen, er ya da geç kaçınılmazdı.

NEO - Soruma hala cevap vermedin.

MİMAR - Haklısın. İlginç! Diğerlerinden daha hızlısın.

(Ekranlardan Neo'nun aklından geçenleri dile getiren kopyaları, Neo adına sinirli bir şekilde sorarlar: Başka var mı? Kaç tane var? ...)

MİMAR - Matrix düşündüğünden daha eski. Aslında temel bir hatadan bir diğer hata doğuyor. Bu durumda bunun altıncı olduğunu itiraf edebilirim.

(Neo'un aklından geçenleri söyleyen ekrandaki kopyaları: Benden önce mi? Palavra. Ha ha ha. İmkansız. ... Neo ekranlara şaşkınlıkla bakar.)

NEO - Bunun sadece olası iki açıklaması olabilir: Ya bana kimse söylemedi, ya da kimse bilmiyor.

MİMAR - Kesinlikle. Hiç şüphesiz senin de farkettiğin gibi, hata sistematik. Tasarımı yüzünden en basit denklemler de bile hata oluşuyor.

(Ekranlardan Neo'un kopyaları baş mimarı parçalamak istediğini bağırırlar, sözle ve el kol hareketleriyle küfürler ve hakaretler yağdırırlar. Neo düşüncelerini yansıtan ekranlardaki kopyalarını izler.)

NEO - Seçenek. Asıl sorun, seçenek. (Özgür irade)

MİMAR - İlk tasarladığım matrix nerdeyse mükemmeldi, bir sanat eseriydi. Hatasız, mükemmel. Ancak, başarısızlığı da kendi kadar büyük oldu. Sonuç kaçınılmazdı. Artık, hatanın her insanda bulunan kusurdan kaynaklandığını çok iyi biliyorum. Bunu yeniden tasarladım. Ayrıca, doğamızın en kötü yanlarını yansıtması için, bazı tarihi olaylardan esin aldım. Ancak, yine de başarılı olamadı. O zaman birşeyin farkına vardım. Belki de gerekli olan çok daha basit bir beyindi. Mükemmellikten çok uzak olan bir beyine ihtiyacım vardı. Bu çözüm beraberinde başkalarını getirdi. Yaratıcı bir program. İnsan psikolojisinin belli özelliklerini araştırmak üzere tasarlanmış bir program. Şayet ben matrixin babasıysam, o da kesinlikle annesi sayılır.

NEO - Kahin!

MİMAR - Lütfen... Rastlantı sonucu bir program geliştirdi. Deneklerin nerdeyse yüzde doksandokuzu, seçenek verildiği takdirde programı kabul ediyordu. Hatta seçeneğin bilinçaltı aşamasında olması bile etkilemiyordu. Aslında yanıtları fonksiyonel olmasına rağmen, temelde yanlıştı. Tasarımı yüzünden ortaya çıkan zıtlık, sistemi bozuyordu. Kontrol edilmezse sistemi çökertebilirdi bile. Programı kabul etmeyenler azınlıkta olmasına rağmen, kontrol edilmezse karışıklık oranı giderek artan bir hızla çoğalabilirdi.

NEO - Sion'dan söz ediyoruz.

MİMAR - Sion yok edilmek üzere olduğu için burdasın. Bütün canlılar ölecek. Yaşam alanlarıyla birlikte tüm varlığı silinecek.

NEO - Saçmalık!

(Neo'nun ekrandaki kopyaları da bağırır: Saçmalık!)

MİMAR - İnsan tepkileri içinde en belirgin olanı, gerçeği reddetmektir. Ama endişelenme, bu onu altıncı yok edişimiz olacak. Artık bu konuda çok başarılı olduğumuz söylenebilir. Seçilmişin görevi şimdi kaynağa geri dönmek. Böylece taşıdığın şifre geçici olarak kaldırılıp ana programa bağlanacak. Daha sonra, Sion'u yeniden inşa etmek için 16 kadın, 7 erkek, yani 23 kişi seçeceksin. Seçilmiş kişi olarak bu uygulamaya karşı çıkarsan, sistem çökecek ve matrixle ilgili herkes ölecek. Tabi buna Sion'un yok edilmesini de eklersek, sonunda bütün insan ırkı ortadan kalkacak.

NEO - Bunun olmasına izin veremezsin. Yaşamak için insanlara ihtiyacın var.

MİMAR - Kabul edebileceğimiz değişik yaşam aşamaları var. Ancak, asıl önemli olan, Dünya'daki herkesin ölümünden sorumlu olmayı, senin kabul edip edemeyeceğin.

(Ekranda Dünya'da yaşayan insanların günlük yaşamı gösterilir.)

MİMAR - Tepkilerini okumak çok ilginç. Senden önceki beş kişi benzer şekilde tasarlanmıştı. Demek istediğim, türün geri kalanına çok bağlıydılar ve seçilmiş kişi olarak hareket etmek hoşlarına gidiyordu. Diğerleri beklenen biçimde tepki verdiği halde, senin deneyimlerin daha belirgin ve endişe verici. Aşk.

(Trinity matrixin içindedir ve tehlikededir. Neo ekranda Trinity'i görür.)

NEO - Trinity.

MİMAR - Belli ki, hayatını feda edip, seninkini kurtarmak için matrixe girdi.

NEO - Hayır. (Trinity'nin matrixe girmiş olmasını kabul etmek istemez.)

MİMAR - Böylece sona gelmiş bulunuyoruz. Gerçeklerle yüzleşme anına. İnsan doğasının en zayıf noktaları, başlangıçlarda ve sonlarda ortaya çıkar. İki kapı bulunuyor. Sağındaki kapı kaynağa ve Sion'un kurtuluşuna açılıyor. Solundaki kapı ise, matrixe geri dönmeni sağlayacak. Böylece türün sona erecek. Senin de belirttiğin gibi asıl sorun, seçenek. Ama hangisini seçeceğini zaten biliyoruz. Zincirleme tepkiyi şimdiden görebiliyorum. Beyinde oluşan kimyasal değişimler, duyguları etkileyerek, akıllı ve mantıklı kararlar vermeyi engeller. Bu duygu çoktan beri gözlerini kör edip, gerçeği görmeni engelliyor. Yapabileceğin hiç birşey yok. Kız ölecek ve bunu asla durduramayacaksın.

(Neo soldaki kapıya yönelir. Mimar gülümser.)

MİMAR - Umut!... İnsanın bir türlü vazgeçemediği illuzyon. En büyük güç ve en büyük zayıflık kaynağınız olan umut.

NEO - Yerinde olsam, bir daha karşılaşmamayı umardım.

MİMAR - Karşılaşmayacağız.

Matrix'in anlatmak istediği

Tanrı ilk matrixi yani cenneti kusursuz yaratmıştır. Ama gene de felaketle sonuçlanmıştır. Bu insanın kusurluluğundan kaynaklanmıştır. Burada hemen yalan başlar. Tanrı'nın insanı kusurlu yarattığı söylenir. Gerçi Tanrı insanları üstün bir beyinle yaratmıştır ama onlar Tanrı'nın programını kabul etmemişlerdir. Daha sonra Tanrı bu ilk matrixi yok ettikten sonra yeniden diğer matrixleri sırasıyla yaratıp, hatalı olduğu için yok eder. Bu beş kez böyle olur. Üstelik Tanrı ilk matrixten sonra, insanları yeniden yaratırken, onların insan doğasının en kötü özelliklerini gösterecek şekilde yaratır! Ve ne gariptir ki, bunu yaparken de tarihten ders alarak yaptığını söyler. İnsanlık tarihi savaşlarla ve acılarla dolu olduğu halde, Tanrı tarihten ders almış ve insanı en kötü özellikleri göstersin diye yaratmıştır! Bu nasıl bir derstir? Neo, mimarla bunları konuşurken öfkelidir ve ekrandaki Neo'un aklından geçenleri dile getiren kopyaları da el kol hareketleriyle mimara küfreder ve hakaretler yağdırırlar. Buna şaşırmak mı gerekir. Amaçlanan zaten budur. Bir farkla, bunu Neo'nun değil bizim yapmamız istenir. Tanrı'nın insanla ilgili amacının, insanın sonunda yok olması olduğu söylenir. Tanrı'nın amacının keyfi bir saçmalık olduğu gösterilmek istenir. Tanrı sadece matematik denklemleri tutturmak amacındadır. Denklemin bir yanında iyi varsa, öbür yanında kötü olmalıdır. Yani hem iyi olanı, hem de kötü olanı yaratmıştır. İyilik te, kötülük te Tanrı'dandır mesajı verilir. Kader Tanrı tarafından başından yazılmıştır ve değiştirilemez. Kaderin ortaya koyduğu şey iyi olsaydı bu gene de kötü olmazdı denilebilir; ama film bu kaderin insanlar için her yönüyle kötü olduğunu, acı çekmek olduğunu gösterir. Ve Ajan Smith (Şeytan) yaşamın amacını şöyle özetler: "Yaşamın amacı son bulmaktır."

Filmde, Kitabı Mukaddes konuları geçtiği halde, onun içeriğinin tam tersi gösterilir. Çünkü Kitabı Mukaddes'te geçen şu sözler yaşamın amacını gösterir: "O (Tanrı) her şeyi zamanında güzel yaptı. İnsanların yüreğine sonsuzluk kavramını koydu. Yine de insan Tanrı'nın yaptığı işi başından sonuna dek anlayamaz. (İnsanın sonsuzluk boyu doğayı incelemesi ve öğrenmesi gibi) İnsan için yaşamı boyunca mutlu olmaktan, iyi yaşamaktan daha iyi bir şey olmadığını biliyorum. Her insanın yiyip içmesi, yaptığı her işle doyuma ulaşması bir Tanrı armağanıdır. Tanrı'nın yaptığı her şeyin sonsuza dek süreceğini biliyorum." - Vaiz 3:11-13 Yani, Tanrı'nın insan için amacı budur: Sonsuza dek güzel bir yaşam. Kitabı Mukaddes'te kader öğretisi yoktur. Bir çok öğreti ruhçuluk kökenli olup, eski Babil'e kadar gider.

Matrix filmi bir çok felsefenin anlattığını anlatır

Aslında matrix filmindeki konuyu tam kesin bir mantıkla ortaya sermek olanaksızdır ve gerekli de değildir. Çünkü kendi içinde tutarsız yanlar vardır. Bunları ortaya çıkarmak ta pek kolay değildir. Aslında pek çok şey tam olarak açıklanmamaktadır. Gizemlilik esastır. Yarım yamalak bir bilgilendirme vardır. Ve bu bilgilendirme de, kendi felsefesini empoze etmek içindir. Bu bilgilendirme sahte öğretileri içerir. Filmin büyük bir kısmı şiddet içeriklidir. Jujitsu gibi dövüş teknikleriyle doludur. Uzak doğu kökenli bu tür şeylerin, aynı zamanda ruhçulukla da ilgisi olması rastlantı değildir. Ruhçulukta temel bir unsur olan, bilgilendirmeme, gerçekleri çarpıtma, apaçık yalanlar, yanlış mantık yürütme ve gizemlilik gibi şeyler, bu filmin felsefesinde ve ortaya konuşunda vardır. Amaç insanları bilgilendirmek değil, insan düşüncesindeki bilgisizlik ve saflıktan yararlanarak onları yanlış sonuçlar çıkarmaya yönlendirmektir. Tıpkı pek çok ruhçulukla bağlantılı dinlerin felsefelerindeki gizemcilik ve tam bilgilendirmeme de olduğu gibi. Herşey sözde bilinir, ama derine inilmez, asıl gerçekler sır olarak kalır. Ayrıntılarına kadar bilinenler yalnızca dinsel ritüellerdir! Örneğin insanın ölünce gideceği yer tam olarak bilinmez, bir sırdır. Matrix filminde geçen pek çok konu, eski Babil'den bu yana bilinen dinsel öğretileri kapsar. Filmde bunlardan, Hinduizm'deki karma inancı, reenkarnasyon, araf denilen öldükten sonraki bekleme yeri gibi inançlar vardır. Ayrıca ruhçulukla ilintili şeyler vardır. Kara kedi, kaşık bükme gibi sihirbazlık konuları matrixin kendi yorumuyla verilir. Bunlar filmin süsleme kısımlarıdır; ana konu kaderdir ve insanı Tanrı'ya düşman etmek için her şey yapılmıştır. İlginç bir nokta da filmde evrimden bile bahsediliyor olmasıdır. Ruhçuluk kökenli bütün felsefelerin sadece dinsel unsurlar taşımadığı bilinmelidir. Evrim felsefesi aslında binlerce yıl öncesinde bile vardır. Kitabı Mukaddes'in yazıldığı zamanda da bunlar vardı ve bu yüzden şunlar yazılmıştır: "Dikkatli olun! (...) insanların geleneğine, dünyanın temel ilkelerine dayanan felsefeyle, boş ve aldatıcı sözlerle kimse sizi tutsak etmesin." - Koloseliler 2:8.

Ajan Smith'in Morpheus'a insanları tarifi

Matrix 1 B

(Gökdelenlerden oluşan bir manzaraya bakarak ve küçümseyerek)

AJAN SMİTH - Hiç durup bu manzarayı izledin mi? Bu muhteşem güzelliği ve ardındaki dehayı. Milyarlarca insan burda hayatını yaşıyor. İnanılmaz. Biliyor musun, İlk matrix mükemmel bir insan Dünya'sı olması için tasarlanmıştı. Kimsenin acı çekmeyip, herkesin mutlu olacağı bir yer. Bir felaket oldu. Kimse programı kabul etmedi. Nerdeyse bütün hasadı kaybediyordu. Bazılarınız bunun sebebinin, program dilinin dünyanızı tanımlamaya yetecek güçte olmadığı şeklinde yorumladı. Ama bana soracak olursan, tür olarak insanoğlu, kendi gerçeklerini acı ve eziyet üstüne kurmayı seçiyor. Bu yüzden mükemmel dünya, ilkel beyinlerinizin durmadan uyanmayı denediği bir rüya halini alıveriyor. Bu yüzden matrix, bu şekilde yeniden tasarlandı. Uygarlığınızın en mükemmel hali. Sizin uygarlığınız diyorum; çünkü, sizin için düşünmeye başladığımız andan itibaren, bizim uygarlığımız oluvermişti ki, bu elbette asıl konumuzu belirliyor. Evrim, Morpheus, evrim. Evrim. Dinazorlar gibi. Pencereden dışarı bak. Sizin zamanınız doldu. Gelecek bizim dünyamızın Morpheus. Gelecek bize ait olacak.

...

AJAN SMİTH - Seninle burda geçirdiğim süre içinde öğrendiğim bir şeyi paylaşmak istiyorum. Türlerinizi sınıflandırma fikrine kapıldığım bir günümde, aslında sizin memeli olmadığınızı anlayıverdim. Bu gezegendeki her memeli, içgüdüsel olarak kendilerini çevreleyen ortamla doğal bir denge oluştururlar. Ama siz insanlar bunu yapmıyorsunuz. Siz belirli bir alana yerleşip, çoğalıyorsunuz. Sonunda bütün doğal kaynaklar yok olana kadar buna devam ediyorsunuz. Hayatta kalmak için yapabileceğiniz tek şey olaraksa başka bir alana yayılmak kalıyor... Bu gezegende aynı yöntemi kullanan bir başka organizma daha var. Ne olduğunu biliyor musun? Bir virüs! İnsan türü bir hastalık. Bu gezegende bir kansersiniz. Bir tür salgın. Ve biz de tedaviyiz!

...

AJAN SMİTH - Beni duyuyor musun Morpheus, sana karşı dürüst olmaya çalışacağım. Bu yerden nefret ediyorum. Bu hayvanat bahçesi. Bu hapishane. Bu gerçeklik. Sen de ne ad verirsen ver buna. Daha fazla dayanamıyorum. Özellikle koku. Eğer böyle bir şey varsa kendimi boğulacak gibi hissediyorum. (Parmağını Morpheus'un kapasına dokundurarak) Kahrolası kokunun tadını alabiliyorum. Bunu her hissedişimde, kendimi bir şekilde kirlenmiş hissediyorum. Tiksindirici bir duygu. Öyle değil mi? Buradan kurtulmam gerek. Özgür kalmak zorundayım. Ve aradığım anahtar bu beyinde. Benim anahtarım. Sion yok edilir edilmez benim burda kalmama gerek kalmayacak. Beni anlıyor musun? Koda ihtiyacım var. Sion'a girmek zorundayım ve sen bunu nasıl yapacağımı söyleyeceksin. Ya bunu söyleyeceksin ya da sonunda öleceksin.

Bu sözlerle amaçlanan gene insanları Tanrı'ya düşman etmektir. Tıpkı Eyüp'e söylenen benzer sözlerde olduğu gibi:

Temanlı Elifaz'ın sözleri: Eyub 4:4–21

“Bir söz gizlice erişti bana, Fısıltısı kulağıma ulaştı. Gece rüyaların doğurduğu düşünceler içinde, İnsanları ağır uyku bastığı zaman, Beni dehşet ve titreme aldı, Bütün kemiklerimi sarstı. Önümden bir ruh geçti. Tüylerim ürperdi. Durdu, ama ne olduğunu seçemedim. Bir suret duruyordu gözümün önünde, Çıt çıkmazken bir ses duydum: “Tanrı karşısında insan doğru olabilir mi? Kendisini yaratanın karşısında temiz çıkabilir mi: Bakın Tanrı kullarına güvenmez, Meleklerinde hata bulur da, Çamur evlerde oturanlara, Mayası toprak olanlara, Güveden kolay ezilenlere mi güvenir? Ömürleri sabahtan akşama varmaz, Kimse farkına varmadan sonsuza dek yok olurlar. İçlerindeki çadır ipleri çekilince, Bilgelikten yoksun olarak ölüp giderler.” 

Temanlı Elifaz'dan: 15. bölüm.

“İnsan gerçekten temiz olabilir mi? Kadından doğan biri doğru olabilir mi? Tanrı meleklerine güvenmiyorsa, Gökler bile O'nun gözünde temiz değilse, Haksızlığı su gibi içen İğrenç, bozuk insana mı güvenecek?” 

Şuahlı Bildat'ın sözlerinden bir alıntı şöyledir; Eyüp 25. bölüm: (1)

“Şuahlı Bildat şöyle yanıtladı: 'Egemenlik ve heybet Tanrı'ya özgüdür. Yüce göklerde düzen kuran O'dur. Orduları sayılabilir mi? Işığı kimin üzerine doğmaz? İnsan Tanrı'nın önünde nasıl doğru olabilir? Kadından doğan biri nasıl temiz olabilir? O'nun gözünde ay parlak, Yıldızlar temiz değilse, Nerede kaldı bir kurtçuk olan insan, Bir böcek olan insanoğlu!” 

SONUÇ

Matrix herşeyin kader olduğunu en baştaki birinin her şeyi planlayıp, uygulamaya koyduğunu ve herkesin bunun içinde hareket ettiğini ve bunu yaparken de kendini özgür seçim yapıyor sandığını kurnazlıkla anlatıyor. Kitabı Mukaddes'teki öğretileri çarpıtarak sunuyor ve güveni sarsmaya çalışıyor. Özellikle, Tanrı'nın bütün yarattığı düzeni kader olarak planladığını söylüyor. İnsanlığın daha önce beş kez yok edildiğini anlatıyor. Her şey, Tanrı'nın keyfi bir oyunudur, hem de çok kötü bir oyunudur.
  • MATRİX = KONTROLDÜR - KADER <-> KONTROL
  • MATRİX = BİLGİSAYAR TABANLI BİR DÜŞ DÜNYASIDIR
  • MATRİX = KADERDİR
Matrix'te neler var?

Matrix bir kader programıdır.

Tanrı'nın programıdır

Tanrı'nın amacı denklemi tutturmaktır, dengeyi sağlamaktır (Ying-Yang gibi), keyfidir, saçmadır. 

Matrix, aynı zamanda bir savaş programıdır.

Denklem gereği iyilik ve kötülüğün savaşının programıdır.

İyilik te, kötülük te Tanrı'dandır - Tanrı'nın programındandır.

Kader bir bilgisayar programı gibi önceden yazılmıştır.

Seçenek (Özgür irade) yoktur, insan seçtiğini sanır, o kadar.

Araf denilen ara bir bekleme yeri vardır.

Reenkarnasyon denilen, yeniden dünyaya gelme vardır. 

Gerçek öte alemde cehennem gibi durumlar vardır.

Bu dünya asıl kalıcı yer değildir. Dünya yok edilecektir.

Tanrı, insanlığı zaten beş kez yok etmiştir.

Tanrı, insanları yaratırken, kusurlu yaratmış ve en kötü özellikleri göstermek üzere programlamıştır
http://www.risaleforum.com/kitap-dergi-album-tanitimlari-ve-e-kitap-paylasimlari/13859-matrix-filmi-ve-kader-konusu.html