29 Haziran 2012 Cuma

HİTİT YAZITLARINDAN (M.Ö. 2000)

Allah ım! Beni yavaşlat ...
Aklımı sakinleştirerek kalbimi dinlendir...
Zamanın sonsuzluğunu göstererek bu telaşlı hızımı dengele...
Günün karmaşası içinde bana sonsuza kadar yaşayacak tepelerin sükunetini ver.
Sinirlerim ve kaşlarımdaki gerginliği, belleğimde yaşayan akarsuların melodisiyle yıka götür.
Uykunun o büyüleyici ve iyileştirici gücünü duymama yardımcı ol...
Anlık zevkleri yaşayabilme sanatını öğret;
Bir çiçeğe bakmak için yavaşlamayı,
Güzel bir köpek ya da kediyi okşamak için durmayı,
Güzel bir kitaptan birkaç satır okumayı,
Balık avlayabilmeyi, hülyalara dalabilmeyi öğret...!

5 Haziran 2012 Salı

Derin Muhabbet İsteği

İçimde öylesine derin bir muhabbet isteği var ki.. Her geçen gün bu eksiklik nedeniyle yok oluyorum, kayboluyorum sanki. Konuşmaya da gerek yok aslında. Halden anlamak gibi bir şey herhalde bu. Yokmuşuz gibi düşünemem ki bizi. Belirli bir yaşa gelen bebekler, ellerindeki oyuncaklar alınıp saklandığında oyuncağın yok olmadığını, bir yerlerde olması gerektiğini bilir ve onu ararlarmış. Ben de gözümün önünden giden nesnelerin, kaybolan zamanın, anıların, babamın, düşündüğüm şeylerin nerede olduğunu merak ediyorum. Çocukken güneşin battıktan sonra nereye gittiğini, az önce yanıma konan bir kuşun daha sonra nereye konacağını, güzel kızların kimlerle evleneceğini, bulutların ne zaman döküleceğini, babamla ve onlarla bir daha ne zaman konuşacağımı merak ederdim. Annem eski oyuncaklarımı ve kıyafetlerimi eskiciye verirdi. Muhtemelen başka bir çocuğun olacaktı onlar. Sonra? İnsan daima şu soruyu sormadan edemiyor: Güneş battı, sonra? Babam öldü, sonra? Aşık oldum, sonra? Öleceğim, sonra? Oyuncağını kaybeden ama onun bir yerlerde olması gerektiğini bilen çocuk gibi, insan da ölse bile bir yerlerde var olması gerektiğini hissetmek istiyor.