5 Ağustos 2011 Cuma

Rüzgarı Koklamak

...
   Çocukluğumuzda hepimize olur , olmuştur , kendimizi bir hayvanın yerine koymak , bir an olsun onun gözünden dünyaya bakmak , onun gözünden hayatı yaşamak istemişizdir. Ben kendimi hep bir kuşun yerine koymak isterdim . En çokta birilerine kızdığım , sözümün dinlenmediği zamanlarda  bir camın kenarına oturur , bulutlarla sohbet eden kuşları izlerdim . Bir an için bile olsa tıpkı onlar gibi  dünya karmaşasının içinden adım adım kanat çırparak kurtulmayı , ıslak ve  ünvan dolu bulutların arasından süzülmeyi ve gökyüzündeki özgürlüğü hissetmek istemişimdir .
 
  Yıllar geçtikçe işim gereği bazı uçuş seferlerinde bulundum . Ama hiçbiri tatmin edici olamadı tabi ki . İnsan yapımı mekanik bir şeyle süzülmek başka ; kanatlarını çırpıp , rüzgarı koklayıp , yeryüzündeki insanları seyre koyulup uçmak başka ...

   Bir an için gerik toplantı havasından kurtulup , yanımdaki sözde arkadaşlara ve ortaklara bunlardan bahsetmek istedim . Sanki ben derdimi anlatacağım  onlar da 'aa evet evet ! Ben de hep öyle düşünürdüm .' , 'aa ne kadar güzel !'  veya 'Bense şunu düşlerdim .. ' diyeceklermiş gibi ..
 
   ''Bir şeyler anlatabilmek ustalık ister'' , derdi annem . Cesaretini topladığı , benim de onun o sevmediği tiplerden olmamam için yaptığı nasihatlerde . Bense gayet sessiz ve mütevazi , 'aa öyle mi !? dur bunu da not edeyim' havasında annemin nasihatlerini bitirmesini beklerdim . Her zaman '' Ve okumayan adama düzgün bir eş bile yok!''  diye sonlandırılan , bazen başa sarılan , bazen bir emir ile devam eden ardı ardısı kesilmeyen nasihatleriydi bunlar .

   Geriye dönüp baktığımda kuşlar gibi hissedememenin eksikliği dışında beni üzen bir şey daha varsa , o da 'pembe gizemi' idi .
...

  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder