29 Mayıs 2013 Çarşamba

Bilim ile din bağdaşmaz.

Bilim ile din bağdaşmaz. Din adamları ne derse desin, ister peygamberin "İlim Çin'de de olsa alın" sözünü örnek versinler, ister başka bazı gerekçelerle bilimi yüceltsinler, ve islamın ya da herhangi başka bir dinin bilimle çelişmediğini söylesinler, özünde bağdaşamaz iki düşünce biçimi olan bilim ile dini uzlaştırmak mümkün değildir.

Bunun sebebini anlamak inançlıların çoğuna zor gelir. Bizlerin, sırf dine ve Tanrı'ya karşı içimizde beslediğimiz bir düşmanlıktan dolayı bu tür karalayıcı sözlerle dine saldırdığımıza inanmak isterler.

Bu yüzden, bu düşüncemizin sebebini burada örnekleriyle açıklamak istiyorum.

Din ile bilimin birinci önemli farkı "yanlışlanabilirlik" noktasındadır. Bilimde, yanlışlanabilir olmayan bir kavramın bilgi değeri yoktur.

Yanlışlanabilirliği kısaca açıklayacak olursak, bir önermenin yanlışlanabilir olması demek, eğer yanlışsa, yanlışlığının ortaya çıkartılabilir olması demektir. "Elimde kırmızı bir balon var" yanlışlanabilir bir önermedir. Eğer yanlışsa, yani elimde bir balon yoksa, ya da başka renk bir balon varsa, bunu anlamak çok kolaydır. Fakat "Ölümden sonra hayat var" yanlışlanabilir değildir. Ya da "Komşunun başına gelen kötü olay, benim bedduam yüzündendir" gibi bir önerme, yanlışlanabilir değildir. Bilimde, yanlış olması durumunda, bunu anlamaya imkan olmayan bu tür ifadelerin bilgi değeri yoktur.

Fakat dinde bu tür yanlışlanamaz pek çok ifade vardır. Dolayısıyla dinsel bilginin pek çok örneğinin, test edilip, yanlış olup olmadığının görülmesi mümkün değildir. Aslında dinde yanlışlanabilir ifadeler de vardır, ve onların da bir kısmı yanlışlanmıştır. Fakat, bu ayrı bir konu ve bu yazıda asıl üstünde durmak istediğimiz nokta dinin pek çok bilgisinin genel olarak yanlışlanabilir olmadığıdır.

Evrenin Tanrı'nın ol demesiyle oluştuğuna, öbür dünyada bizleri ödül veya cezanın beklediğine, vs. inanirken uygulanan mentaliteyi, bilimsel alanda uygulamaya kalksak, herhangi bir bilimsel problemde, karşimiza çikan ve durumu açikliyor gibi görünen ilk açiklamaya dört elle sarilir ve pek çok hata yapardık.

Örneğin, "Dünya düzdür" gibi bir önerme, dış dünyayla ilgili gözlemlerimize uyduğu için, bundan kuşku duymaz ve dünyanın yuvarlak olduğunu bu yüzyılda bile belki hala öğrenmemiş olurduk. Bir önermenin, dış dünya verilerine bakılarak doğrulanması kolaydır. Tek derdimiz durumu açıklıyormuş gibi görünen bir ifade bulmaksa, bu pek çok durumda mümkündür. Hatta gözlemlerle de doğrulanabilen birden fazla açıklama geliştirilebilir pek çok durumda. Eğer bunları yanlışlamaya uğraşmazsak, yanlış olduklarından şüphe edip yanlışlıklarını ortaya çıkartacak testlere tabi tutmazsak, çok kolay yanılabiliriz. "Dünya düzdür" yanlışlanabilir bir önermedir. Yanlışlığının ortaya çıkartılması mümkündür. Örneğin, en basiti "Dünya düz olsaydı, denize açılan geminin direği, gemi kıyıdan uzaklaştıkça, ufukta kaybolmazdı" gibi bir gözlemle, "Dünya düzdür"ün yanlışlanması mümkündür. Fakat buna rağmen, sırf insanlar yanlışlamaya uğraşmadığı için, yüzyıllarca "Dünya düzdür" açıklamasına inanıldığı düşünülürse, bir de teorik olarak dahi yanlışlanması mümkün olmayan açıklamaların toplumda geniş şekilde kabul görmesinin bırakacağı izi ve bu durumun dünyayı algılayışımızı nasıl geri bırakacağını varın siz düşünün.

Nitekim bugün durum budur. Dünya üzerinde yüzmilyonlarca, belki milyarlarca insan, öldükten sonra yaşayacaklarını ve ceza ya da ödül alacaklarını düşünüyor. Görünmez, her şeye kadir ve her şeyi bilen bir varlığın evreni ve bizi yarattığına inanıyor. Bunun "Dünya düzdür" örneğindeki gibi yanıltıcı bir varsayım olduğunu hiç de azımsanmayacak sayıda bir kesim biliyor bereket, ama yine de bu yeterli değil ve bu yüzyılda bile insanların dünyayla ve evrenle ilgili kavrayışlarının bu derece sığ olduğunu görmek, gerçekten endişe verici.

Yanlışlanabilir olmayan birşeye inanmanın yaratacağı problemleri görmemek, zihnini böyle bir tavra alıştırmak, sadece kolay aldanmaya değil, dünyayı yanlış algılamaya ve dünya ve evrenle ilgili kavrayışımızın sığlaşmasına da sebep olur. Dinsel bilgiler ve dinsel düşünce tarzı ise bize pek çok bu tür imkan verir.

Bilimle din arasındaki birbaşka fark, bilimde yargıların deneyden (testten) sonra, dinde ise önce yapılmasıdır.

Bilimde yargılar deneyden (testten) sonra yapılır. Deneyin sonucuna göre, gerekirse yargılar değiştirilir. Dinde ise yargılar baştan verilir, doğrular baştan bellidir, ve deneyin sonucu bu bilgilere göre yorumlanır. Bu yüzden bir mümini kuranda geçen bir ifadenin yanlış olduğuna ikna edemezsiniz örneğin. Çünkü kuranda geçen tüm ifadelerin doğruluğunu baştan kabul etmiştir. Eğer herhangi bir ifade, günümüzde bilinen bazı gerçeklere aykırı düşerse, basitçe bu ifadenin yorumlanış tarzını değiştirir. Dini ifade hala doğrudur, baştan beri doğrudur, sadece mümin geçmişte onu yanlış anlamıştır. Açıklaması budur.

Bunu da ancak kurandaki sözkonusu bilginin sorgulanmasına sebep olacak yeni bir bilgiyi başkası bulup ortaya çıkardığı zaman yapar. Müminin kendisinin kurandaki bilgilere aykırı düşecek, dolayısıyla, o bilgiyi yorumlayış tarzını değiştirmesine sebep olacak türde bir bilgi ortaya çıkarması bile mümkün değildir. Çünkü o bilgileri sorgulayacak türde bir eylemi bile olamaz müminin.

Dolayısıyla, dinsel düşünce şekli, doğruların sorgulanmasının önünde de bir engeldir. İnsanların Adem ve Havva'dan türediğine inanan biri, dağa, bozkıra çıkıp, ilkel insan fosili aramaz. Kutsal kitaplara göre dünya 6000 yıl kadar önce, toplam 6 günde yaratıldığı için, dünyanın yaşını ve nasıl oluştuğunu merak edip tespit etmeye çalışmaz. Bu tespitleri ancak düşünce tarzları ve eylemleri dinle motive edilmemiş bilim adamları yapar, ve müminlerin bu konudaki tek eylemleri, bu yeni bilgilerin ışığında kendi inançlarını ve kutsal kitapları "yorumlama" tarzlarını gözden geçirmek olur. (6 günü, 6 aşama olarak değiştirip, buna mecazi diyerek örneğin). Tüm enerjilerini, kendi doğru bildikleri şeyleri yeni bilgiler ışığında gözden geçirip, gerekirse yorumlayarak, doğruluklarından emin olmaya ayırmak zorunda kalırlar. Yeni bilgi ortaya çıkartamazlar. Çünkü eski bilgileri sorgulamazlar. Eski bilgiler kutsal bilgi ve sorgulanmayaçak, doğruluğu kesin bilgi olduğu için, ancak başkaları asıl doğru bilgiyi ve asıl gerçeği gözlerine soktuğunda gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalırlar. Bunun dışında, doğruları sorgulamak ve ortaya çıkarmak için bir motivasyonları, ve bir gerekçeleri yoktur.

Yani, dinsel düşüncenin bilimle bağdaşmayan ve hatta bilimi engelleyen birbaşka unsuru, bilimsel araştırma konusunda motivasyon bırakmamasıdır.

Dinsel bilgi Tanrısaldır ve doğrudur. Sorgulanmasının bir gereği yoktur. Hatta sorgulanması bir günahtır. Bu durumda, bir müminin, evrenin ve canlılığın yaratılışı, insanın ortaya çıkışı, dünyanın yaşı, vs. gibi dış dünya ile ilgili algılayışımızın temelinde yer alan noktalarla ilgili sorgulayıcı bilimsel araştırmalar yapmak için bir motivasyon ve mantıksal bir gerekçe bulması kolay değildir. Cemaat liderleri ve dini önderleri, bilimsel aktivitenin günlük hayattan gözlenmiş pratik yararları yüzünden bilimi ve bilimsel araştırmayı sözlerle teşvik etmeye çalışsalar da durum budur. Bu yüzden ne islami kesimden, ne de hristiyan ve musevilerin fundamentalist kesiminden doğru dürüst bilimsel buluş çıkmaz.

Ayrıca, üç büyük dindeki öbür dünya inancı da, bilimsel aktiviteyi engelleyen birbaşka unsurdur. Öyle ya, eğer bu dünya faniyse ve gerçek hayat, sonsuz süreli olarak öbür dünyadaysa, ve bu dünyadaki hayat sadece öbür tarafa hazırlık için geçirilmesi gereken bir imtihansa, siz sözlerle bilimi ne kadar özendirirseniz özendirin, bilimsel eylem, müminleri inandirdığınız bu diğer açıklamalarla çelişecektir. İmtihan dünyasında yapılması gereken şey, her tutarlı düşünen müminin göreceği gibi, bolca ibadet yapıp öbür dünyaya hazırlanmaktır. Yoksa, bütün ömrünü milyonlarca böcek ve kelebek türünü sınıflandırarak veya dağ taş dolaşıp yeryüzündeki kaya tabakalarının oluşumunu inceleyerek geçirmek değil. Bu tür eylemlerin gerektirdiği yaşam tarzının, müminin yaşaması gereken türde bir yaşamla (5 vakit namaz ve günlük hayatın her ayrıntısında dinsel prensiplere uymak gibi) uyuşmaması bir yana, işin bir de müminin böyle bir monoton, uzun süreli ve sıkıcı bilimsel aktiviteye kendi hayatında yer ve gerekçe görmemesi yönü vardır. Çünkü müminin hayatının daha önemli bir yönü vardır. Müminin hayatı bir imtihandır ve önemsiz ayrıntılarla harcanmamalıdır. Hayattaki en önemli şey, hatta tek önemli şey, iyi ibadet edip, iyi bir mümin olmak ve öbür dünyaya iyi hazırlanmaktır.

Dolayısıyla, dinci kesim ne derse desin, bilimle dinin bağdaştığı ve dinin bilime köstek olmadığı, vs. türündeki iddialarini kanitlayamazlar. Çünkü ortada, yukarıda açıkladığımız somut gözlemler vardır. Hem dinine bağlı olup, hem de bilimsel alanda çeşitli buluşlar ortaya çıkartmış birilerinin tespit edilip örnek olarak getirilmesi bu gerçeği değiştirmez, çünkü burada tartıştığımız konular tek tek kişilerle ilgili değil, toplumla ve toplumsal davranışlarla ilgili sosyolojik konulardır.

Eski zamanlarda buluşlar yapılmış olmasının da kafa karıştırıcı bir tarafı yoktur. Bütün mesele buluşu yapan zihniyetin ne olduğudur.

Buluşların nasıl yapıldığı bellidir. Yeni bir bilgi ortaya çıkarmak, eski bilgiyi sorgulamayı, eski açıklamadan farklı olan hipotezler ortaya çıkarmayı ve bu hipotezleri test etmeyi gerektirir.

"Gülün Adı" filmindeki bilimsel zihinli rahibin de yaptığı budur, küçük bir cocuğun oyun oynarken yaptığı da budur. Küçük bebeklerin, ellerine aldıkları bir cismi evirip çevirip bakmaları, ağızlarına götürmeleri, cismi sağa sola vurmaları ya da çekiştirmeleri, aslında birer deneydir. Çocuk kendi kafasında dış dünyanın nasıl işlediğini anlamaya çalışmaktadır. Küçük cocuklar bile, bilim adamlarının uyguladığı yöntemleri uygulayarak öğrenir (ilkel şekliyle).

Dinde karşı çıkılan nokta ise, imanın gerektirdiği zihniyetin, bu evrensel bilgi arttırma kurallarıyla çelişmesidir. Dinin teşvik ettiği zihniyet, eski bilinenlerden şüphe duyup sorgulamaya engeldir. Din doğruları vermiştir, bu yüzden sorgulayıp deney yapmayı gereksiz kılar dinsel zihniyet.

Fakat bunu %100 başarıyla gerçekleştiremez elbette. Çünkü insanoğlunun sorgulayıcı yönü de vardır. Din sadece bunu zorlaştırmakla yetinir. Tamamen köreltemez. Eğer köreltebilseydi, insanoğlunun dinsel düşünce batağına battığı karanlık çağlardan çıkması mümkün olmazdı.

Yargının testten sonra değil önce yapılması gibi bir düşünme şekline kendini alıştıran birinin, başarılı bir bilimsel zihin geliştirmesi mümkün değildir. Bu yüzden gerçek bilim adamları arasında inançlı oranı çok düşüktür. (1998 yılında Nature dergisi tarafından ünlü bilim adamları arasında yapılan bir anketin sonucuna göre, bu bilim adamları arasındaki inançlı oranını %7.9, inançsız oranını %76.7 ve agnostik oranını da %23.3'tür).

Bilim dine rağmen gelişir. Çünkü dinsel düşünce, insanoğlunu son zerresine kadar esir alamaz. Fakat bilim geliştiginde, insanoğlunun dinsel düşünceyle bağdaşmayan özellikleri sebebiyle gelişir.

Bilim ile din bağdaşmaz. Din, bilimin ve bilimsel gelişmenin önünde bir engeldir. Bu yüzden de insanlara, özellikle de genç nesle bilimsel düşünmenin ilke ve kuralları öğretilmeli, dinsel değil bilimsel kafalar yetiştirilmelidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder