16 Şubat 2013 Cumartesi

Biz televizyon izleyerek, milyonerler, sinema tanrıları, rock yıldızları olacağımıza inanarak büyüdük ama olmayacağız... hepimiz heba oluyoruz... bütün bir nesil benzin pompalıyor, garsonluk yapıyor ya da beyaz yakalı köle olmuş... reklamlar yüzünden araba ve kıyafet peşindeyiz... nefret ettiğimiz işlerde çalışıyor, gereksiz şeyler alıyoruz... bizler tarihin ortanca çocuklarıyız... bir amacımız yok; ne büyük savaş ne de büyük bir buhran yaşadık.... bizim savaşımız ruhani savaş... ve bunalımımız kendi hayatlarımız"
Chuck Palahniuk
insan kendini o uzay maymunlarından biri sanıyor. sana öğrettikleri küçük görevi yerine getiriyorsun.
bir kolu çek.
bir düğmeye bas.
neyi neden yaptığını bilmiyorsun, sonra da ölüp gidiyorsun!
fight club
Birleşmeyi isteme zamanıdır, demode sosyal sistemimiz çökmüştür, herkesin değerli olduğu ve gerçekten özgür olduğu düzgün ve global toplumu yaratmak için birlikte çalışmalıyız.
Sahsi inanışlarınız, her ne olursa olsun hayatın gereksinimlerine gelince anlamsızdır,
her insan çıplak olarak doğar ısınmaya, yemeye, suya, barınmaya ihtiyaç duyar.
Geri kalan herşey destektir.
Elimizdeki en önemli konu dünya kaynaklarının akıllı idaresidir.
Bu para sistemi ile asla sağlanamaz çünkü çıkar amacı gütmek bencillik gütmektir, bu nedenle de eşitsizlik, dengesizlik tabiatında vardır aynı zamanda, politikacılarda kullanışsızdır.
Bizim hayat dair gerçek sorunlarımız tekniktir politik değildir ayrıca, ideolojiler insanlığı parçalar, din gibi.
Toplumda güçlü bir yansıma gerekir, değerine amacına ve sosyal uygunluk için
ümit vadeden, zamanla din materyalizmini ve hurafelerini kaybedecek ve felsefe alanında yerini alacaktır.
Gerçek şu ki bugün toplum geri kalmıştır, yaratıcılık, birleşme ve ilerleme yerine sürekli savunma ve güvenlikten bahseden politikacılarla geri kalmıştır.
Bugün sadece ABD savunma için yıllık 500 milyar dolar harcıyor, bu Amerika’daki her lise öğrencisini 4 yıllık bir koleje göndermeye yeter.
1940'larda Manhattan projesi kitle imha silahlarının ilkini üretti, bu programda 130.000 insan görev aldı ve inanılmaz para harcandı.
O bilim adamı grubu insanları öldürme yolları yerine, kendi kedini geçindiren bolluk içinde bir dünya yaratmak için çalışsaydı, hayatlarımızın bugün nasıl olabileceğini bir hayal edin, amaçları bu olsaydı bugün hayat çok çok farklı olurdu, kitle imha silahları yerine daha güçlü birşeyi ortaya çıkarma zamanıdır.
Kitle yaratma silahları, bizim asıl tanrısallığımız yaratabilme kabiliyetimizdir.
Yaşamın simbiyotik bağlantılarını anlayarak güçlenip, gerçeklerin meydana gelmiş tabiatını rehber aldıktan sonra yapamayacağımız veya başaramayacağımız hiçbir şey yoktur.
Tabi ki , değişmeyi rededecek kurulu düzenin değişik çeşitleriyle yüzleşeceğiz.
Bu düzenin kalbinde para sistemi vardır, önceden açıklandığı gibi ,fraksiyonel rezerv politikası
borçla oluşturulmuş kölelik çeşididir, toplum bu şekilde özgür olamaz.
Sırayla ,serbest ticaretin formu olan serbest pazar kapitalizmi, dünyayı mahkum etmek ve ülkeleri yönetmek için borcu kullanıyor
Başımız belada!

Çünkü %15'ten daha azınız gazete okuyor. Çünkü sizin tek gerçeğiniz bu televizyon ekranında gördükleriniz.
Şu an dışarda, bu ekranda gördükleri haricinde hiç bir şey bilmeyen koskoca bir nesil yaşıyor.
Bu ekran ilahi bir vahiy gibi.
Bu ekran başkanlar, papalar, başbakanlar yaratıyor ya da yok ediyor.
Bu ekran, bu inançsız dünyadaki en muhteşem lanet olası güç, ve eğer yanlış ellere geçerse de olacakların tek sorumlusu biziz, ve bu inançsız dünyaki en büyük şirket,
en muhteşem lanet olası propaganda, gücünü kontrol ettiğinde, bu ekranda gerçek diye ne bok sunulacağını kim bilebilir!

Şimdi beni dinleyin... Beni dinleyin...
Televizyon gerçek değildir. Televizyon lanet olası bir lunaparktır. Televizyon bir sirktir, bir karnavaldır, gezici akrobatlar takımıdır, masalcılardır, dansçılardır, şarkıcılardır, hokkabazlardır, aslan terbiyecileridir ve futbolculardır. Biz eğlence dünyasındayız.

Ama sizler, sabahtan akşama kadar, her yaştan, her renkten, her dinden insan bu lanet televizyonun başına oturuyorsunuz. Bildiğiniz tek şey biziz.
Burada döndürdüğümüz ilizyonlara inanmaya başladınız, ve televizyondakilerin gerçek, kendi hayatlarınızın ise hayali olduğunu düşünmeye başladınız.

Televizyon ne derse onu yapıyorsunuz.Onun gösterdiği gibi giyiniyorsunuz, onun gösterdiklerini yiyorsunuz.
Çocuklarınızı onun dediği gibi yetiştiriyorsunuz, hatta onun istediği gibi düşünüyorsunuz...
Bu tamamen saçmalık! Tanrı aşkına, sizler gerçeksiniz, hayali olan biziz!

Perdenin arkasındaki adamların istediği en son şey, bilinçlenmiş ve düşünme yetisine sahip bir toplum.
Bu yüzden ki sürekli olarak düzmece bir yaşam, din, medya ve eğitim yoluyla bizlere sunuluyor.
İlginizi dağıtmak ve sizi herşeyden habersiz bırakmak istiyorlar.
Ve gerçekten de bu işi iyi yapıyorlar.
N. Rockefeller ve Aaron Russo'nun diyaloğu....

N. Rockefeller: Bir olay olacak Aaron ve o olaydan sonra Afganistan'a gireceğiz. Bu sayede Hazar Denizi'ne boru hattı döşeyebileceğiz. Irak'a girip oradaki petrolü alacağız ve orta doğuda bir üs inşaa edeceğiz ve oradan da Venezuella'ya gidip Chavez'den kurtulacağız. İlk ikisini bitirdiler ama Chavez'i daha bitirmediler, ve şöyle devam etti: "Asla bulamayacakları biri için, mağaraları araştıran adamlar göreceksin."
Teröre karşı verdiğimiz savaş ve aslında gerçek bir düşman olmaması konusunda konuşup gülüyordu.
Bu savaşın nasıl asla kazanılamayacak bir savaş haline getirildiğini anlatıyordı.
Bunun sonu olmayan bir savaş olduğunu, bu şekilde insanların özgürlüklerinin ellerinden alındığını söylüyordu.

Aaron
"İnsanları bu savaşın gerçek oluğuna nasıl inandıracaksınız?"

N.Rockefeller
"Medyayla... Medya herkesi bunun gerçek olduğuna inandırabilir." dedi.
"Bir şeyler hakkında konuşmaya devam edersen ve aynı şeyleri tekrar tekrar söylersen, insanlar sonunda buna inanacaktır." dedi.

Biliyorsunuz, 1913 yılında Federal Rezerv'i yalanlarla kurdular. Sonra 11 Eylül'ü yarattılar, ki bu başka bir yalandı. 11 Eylül sayesinde teröre karşı savaş başladı ve birden Irak'a gittik. Bu da başka bir yalandı, ve şimdi de aynı şeyi İran'a yapacaklar. Oradan oraya, oradan oraya, oradan da oraya geçip duruyorlar.

Aaron
"Bunu neden yapıyorsunu? Buradaki amaç ne? Buradaki bütün paraya sahipsiniz; hem de istemeyeceğiniz kadar, bütün güce sahipsiniz. İnsanların canını yakıyorsunuz. Bu kötü birşey.

N.R
"İnsanları neden umursuyorsun ki?"
Kendini ve aileni düşün yeter.

Aaron
Tamam da asıl amaç ne?

Şöyle dedi N.R
Asıl amaç dünyadaki herkes çip takmak, RFID çipi yerleştirmek. (inplant çip)

ve Amerika terörü yarattı...
Düşündüklerimizi, anladıklarımızı, nereden geldiğimizi ve bundan sonra ne yapacağımızı daha derin araştırdıkça bize ne kadar çok yalan söylendiğini göreceksiniz.

Dünyadaki her kurum tarafından kandırıldık.
Bir dakika durun ve dini kurumların neden bu dünya üzerinde işlerine karışılmayan tek kurum olduklarını düşünün. Dini kurumlar dünyadaki pisliğin merkezidir.
Dini kurumların hepsi. Devletinizi ve hükümetinizi kuran, size bu yozlaşmış eğitim sistemini getiren ve uluslararası banka kartellerini kuran bir avuç insan tarafından oluşturuldu.

Çünkü siz ve aileniz, efendilerinizin umrunda değilsiniz! Onların umursadıkları tek şey her zaman olduğu gibi sadece bu koca dünyaya hükmetmek.

Bizler, gerçeklerden uzaklaştırılıp evrendeki ilahi bir gücün varlığına, Tanrı denen adama inandırıldık.
Tanrının ne olduğunu bilmiyorum ama ne olmadığını biliyorum.

Kendinizi gerçeği görmek için hazırlayıp, sonu nereye varırsa varsın, ucu kime dokunursa dokunsun, gerçekten madalyonun öteki yüzüne bakmak isterseniz, yolun bir yerinde ilahi adalete kafa tuttuğunuzu fark edersiniz.

Kendinizi ne kadar çok eğitirseniz, çevrenizdeki olayları o kadar iyi kavrarsınız. Herşey daha açık gözükür ve etrafınızdaki yalanları görmeye başlarsınız. Gerçeği bilmeniz gerekiyor, gerçeği ARAMANIZ gerekiyor.Gerçek, sizi özgür kılacak.

Gerçeği otorite olarak kabul etmek yerine
otoriteyi gerçek kabul edenler için bu çok zor olmalı.
G.Massey (Mısır Bilimci)

Artık bazılarımızın bu gerçeğe uyanmasının vakti geldi.Anlamanız gereken şey, imparatorluklar kurmak isteyen bazı insanlar, feth etmeye çalıştıkları insanları yönlendirerek hedeflerine ulaşmaya çalışıyorlar.
Kendi kendinize, neden tüm insanlık baştan aşağı dev bir medya kağıtla kuşatılmış diye sorabilirsiniz.
Ya da A.B.D hükümeti, devlet okulları sistemini finanse etmeye başladığından beri neden Amerikan eğitim sisteminin giderek kalitesizleştiğini düşünebilirsiniz.

A.B.D hükümeti, elde etmek istediği kadar ödüyor.Devletin finanse ettiği eğitim kurumalarına baktığınızda
ve bu eğitim kurumlarında eğitilen öğrencileri, onlara verilen eğitimi gördüğümüzde, mantığımız kavrıyor ki bu okullarda devre dışı bırakılanlar her neyse eyaletin ve federal hükümetin işine gelmiyor, zaten bu yüzden ki değiştiriyorlar.

Devlet ne sipariş ediyorsa onu elde ediyor. Çocuklarınızın eğitilmesini istemiyorlar. Çok fazla düşünmenizi istemiyorlar. Bu yüzden Abd ve tüm dünya gün geçtikçe eğlenceyle, medyayla, televizyon programlarıyla, lunaparklarla, uyuşturucuyla, alkolle ve aktivitelerin her çeşidiyle dolu hale geldi. İnsanların zihnini meşgul tutmak için.

Yani çok fazla düşünmeniz, önemli insanların işine gelmiyor. Uyanmanız ve anlamanız gerek ki; hayatınızı yönlendiren insanlar var ve siz bunun farkında bile değilsiniz.
Zeitgeist Filminden
Hayat, lunaparkta bir gezinti gibidir.
Ve gezintiye başladığında onun gerçek olduğunu düşünürsün, çünkü zihinlerimiz bu kadar güçlüdür.
Gezinti bir yukarı, bir aşağı devam eder, döner, döner... Seni heyecanlandırır, ürpertir ve parlak renklerle doludur. Ve bir süre çok gürültülü ve çok eğlenceli olur.
Bu gezintide uzun süre kalanlar sorular sormaya başlarlar.

Bu gerçek mi? Yoksa sadece bir gezinti mi?

Ve aradan cevabı hatırlayan insanlar geriye dönüp şöyle derler.
'Hey, merak etme, korkma sakın. Çünkü bu sadece bir gezinti, ve biz bu insanları öldürdük.
Sussun! Susturun şunu. Ben bu gezintiye çok yatırım yaptım!
Şu çatılmış kaşlarıma bakın
Şu büyük banka hesabıma bakın
Bunlar gerçek olmalı.

Bu sadece bir gezinti. Ama bunu bize anlatmaya çalışan bütün iyi adamları öldürdük. Hiç farkettiniz mi bunu? Ve şeytanın fitne tohumları ekmesine izin verdik.

Ama önemli değil, çünkü bu sadece bir gezinti.
VE BUNU İSTEDİĞİNİZ ZAMAN DEĞİŞTİREBİLİRSİNİZ.
Çabalamadan, çalışmadan para kazanmadan.
BU SADECE BİR SEÇİM MESELESİ.

Korku ve sevgi arasında.

Devrim, şimdi başlıyor.
Perdenin arkasındakiler bunu biliyorlar. Ayrıca biliyorlar ki, eğer insanlar doğaya bağlı oldukları gerçeğini anlarlarsa ve içlerindeki gücün farkına varırlarsa...Yarattıkları ve soyup soğana çevirdikleri tüm bu yalan dünya, kağıttan evler gibi yıkılacak.

İçinde yaşadığımız bu sistem, bizim güçsüz olduğumuzu, zayıf olduğumuzu, toplumun kötü olduğunu suç içinde yüzdüğünü dayatır durur.

Hepsi büyük bir yalan!

Biz güçlüyüz, güzeliz, harikuladeyiz.
Gerçekte kim olduğumuzu ve nereye gittiğimizi anlamamamız için hiç bir neden yok.
Sıradan bir birey, güçlü olamaz diye bir şey yok.
Bizler inanılmaz güçlü varlıklarız.

Bizlere, kültürümüzde, bireysel farklılıkların karşısında durmayı öğrettiler hep. Bir insana bakıyoruz ve ona hemen bir yafta yapıştırıyoruz. Neşeli, aptal, yaşlı, genç, zengin, fakir, dinsiz, milliyetci, terorist versaye...
Ve bu ayrımı yaptıktan sonra, onları kategorilere ayırıyoruz.Ve o şekilde davranıyoruz.
Ve sonra baktığımızda, sadace ayırdığımız şekilde duran, bizden ayrı bir çok insan görüyoruz.
Gerçeği anlamanın en dramatik yönlerinden biri de, başka bir insanlar bir şeyler paylaşmak ve ansızın ortak yönlerinizin olduğunu görmek, sizden farklı olmadığını anlamaktır.

Anlamanız gereken gerçek, senin içindeki cevher de, benim içimdeki cevher de aynı, tek anlamamız gereken, bir başkası yok.

Misal...
Ben Richard Albert olarak doğmadım. Ben sadece bir
insan olarak doğdum ve bütün bu.
"Ben kimim?" , "iyi miyim, kötü müyüm?" , "Başarabilir miyim?, Başaramaz mıyım?" ...safhasını sonradan öğrendim.

Hepsi bu yolculuk boyunca öğrenildi.

Sevginin gücü, güce olan sevgiyi yendiğinde,
dünya barışı tanıyacak.
(Sri Chinmoy Ghose [Hint Şair]

Ne ırkçılık, ne cinsel ve dinsel istismar ne de aşırı milliyetçi hareket eskisi gibi işlememeye başladı.
Dünya tek bir organizma olarak gören yeni bir bilinç gelişti. Ve bu bilinç farketti ki, savaş içindeki bir organizma kendini yok eder.

Zeitgeist

Ben ateist değilim, babasıymış gibi Tanrı’ya küsen bir çocuğum

Tanrı’yla aynı fikirde değilim
İntihar edenlerin
Cehenneme gideceği konusunda
Kainatın yaratılışına
Katılmaktan bıktığımda ruhum
İntihar edeceğim bende
Denenmemiş bir yolla
Nerdeyse bütün akıllı kalpler
İntihar edipsiktir çekmiş yeryüzüne
Ben ateist değilim, babasıymış gibi
Tanrı’ya küsen bir çocuğum
Eğer Tanrı intihar edenleri ve Nietzsche’yi
Cehenneme gönderirse
Cehennemde yanmayı tercih ederim bende
Tanrı dürüstlüğü sever..

Tanrı’nın hayal gücünü beğenmiyorum
Ben Tanrı olsam
Peygamberler göndermez
Direkt konuşurdum insanlarla
Ben Tanrı olsam
Hitler’i iyi kalpli bir Yahudi olmakla cezalandırırdım
Yahut yetenekli bir yazar yapardım onu
İçindeki kötülüğü insanlara değil
Tuvallere boşaltırdı
Ben Tanrı olsam
Devletler yok olur
Gül kokulu bireyler var olurdu sadece
Atlar çılgın zamanlar koşardı
Ben Tanrı olsam
Düşünce gücüyle herkesin
İstediği karakter olmasını sağlardım
Dünya bir şiirin
Yaratılım sürecine dönüşürdü böylece
Ben Tanrı olsam intihar ederdim
İnsanlarla birlikte
Acı çekmeyi öğrenemediğim için
(Cesar Mendoza)

15 Şubat 2013 Cuma

Yasemin mori - deli bando


Deli Bando

Kim demiş altın ayım var ağlarla çevriliyor
Sımsıcacık odalarda aşıklar birleşiyor
Sonsuzluğunun uçlarını aç iplerini kalbine bağla
Hışırtılarla kaplı ormanlar dal da sırlarını göğsüme yasla
Yankıların boş odalarda vadilerde nehirlerde
Dayanamıyorum artık tüm parçalar önümde birleşmekte
Kıstırıyor bedenimi düşüncesi
Kaşındırıyor topuklarımı
Kavşaklara sürüyor adımları adımlarımı
Raks ediyor saydam tınıları
Ehlileşmemiş yellerde içine alıyor nefesi nefesimi
Sarsıyor kudretiyle atomlarımı
İyileştiriyor bir bir
Birleştiriyor bir bir

Kapla bedenimi
Kurşunlara zırhlar gibi iniyor
Deli Bando
İspanyolların arsız okları gibiyim
Hadi yüreğini oklara sapla
Deli Bando


Söz - Müzik: Yasemin Mori
Kendimi tanıyamıyorum. Yine de nereye istersem oraya gidiyorum. Neyi düşünsem , onu bilirim onu olurum. Gözlerinden once kulakları vardı. Sanki bir gülüşü değil bir uçuruşu biliyordu; Her yer bana yakın! İç içe geçirilmiş olduğumuz bu yerde, sen bana her yerden yakın. Bir vardı. bir yoktu. bir hiçlikti. sonsuzdu. Bir ana gülümsedi. Keşke hiç bitmeseydi.. derken. Başka bir günde, başka bir alemde buluşuruz, gözümüzü hiç kırpmadan. Benimle bir hayattan korkuyor olamazsın? Ben bazen korkuyor olsam da, Sana şu kadar basit bişey söyleyebilirim, Sonu su çölün ve dalgalar kırılıyor, gülmekten!

Yasemin Mori Röportaj


14 Ocak 2013 Pazartesi


4 yıl önce ilk albümünün ilk röportajını yapmıştık. Neler oldu hayatında o günden beri?


- Nasıl özetlerim bilmiyorum ama çok güzel bir dönemdi diyebilirim. İlk albüm Hayvanlar’dan sonra piyasada kabul edildim. Ama ben bir şekilde müziği aramam gerektiğini düşünüyordum. Daha avangard, daha deneysel, daha zorlayıcı yerlere gitmek istiyordum. Çünkü eğer Hayvanlar gibi birkaç albüm daha yapsaydım, piyasa için bir şeyler yapan birisi olacaktım. Oysa ben, müzik ve kendim için bir şeyler yapmak istiyordum.

Müziği kendini mutlu etmek için yapıyorsun öncelikle.

- Evet. Zaten albümüm çok satsın, popüler olayım, ben de rock star olayım gibi bir derdim yoktu. Hatta bu durum insanı kendisinden ve gerçeklerden çok uzaklaştırıyor. Bu yüzden de uzun bir arayla ikinci albümü kaydettim.

Nasıldı o uzun süreç?

- Zorlu. Çünkü çok şey öğrenmem gerekiyordu. İnsanlar seni pohpohlarken sen ‘bir hiç olduğunla’ yaşamak zorundasın. Biraz da müzik piyasasını daha yakından tanımak için bu kadar uzun süre bekledim.

Zemini oturttun yani...

- Evet. Çünkü insanlar prodüksiyonla müzik yapmanın arasındaki farkı tam göremiyor. Prodüksiyon albümlere mi yoksa müzik yapmaya mı devam edeceğim, diye aradım yolu. “Niye albüm yapıyorum”, diye sorguladığım dönem bile oldu. Çünkü tüketime karşı düşünce oluştu.

Bu sadece müzik alanında mı oldu, yoksa hayatını da sorgulamaya başladığın dönem miydi bu?

- Tabii ki. Parlak duruma geldim ilk albümle ve her şeyin bu kadar parlak olmaması gerektiğini düşündüm. Çünkü toplum olarak birlikte gelişmeyip de sadece bireylerin yükselmesini yanlış buluyorum. Belirli insanları önemliymiş gibi görmek çok yanlış.

O zaman 26 yaşındaydın. Şimdi 30’sun. Biraz bunun da etkisi oldu mu bu düşüncelerde?

- Sanmıyorum. Çığlık çığlığa arıyordum zaten o mutlak doğruyu. Herkesin aynı anda yükselmesini istiyorum. Yaptığım müzikle de herkesin aydınlanmasını ve her şeyin aslında nasıl da bir olması gerektiğini görmesini istiyorum. Piramit sistemleri gibi değil, her şey düz olmalı.

Komünizmin müzik versiyonu gibi sanki hayalin...

- Sosyalist olmak, daha bilinçli ve sorumlu olmak gibi aslında. Çünkü kapitalizmin  nimetlerinden belki hepimiz faydalanıyoruz ama sonuçta çok vahşi, brutal ve insanları ezen, belli zümreleri yükseltip bazılarını da ezen bir sistem bu ne yazık ki... Müzik piyasasında da böyle durum. Düzelmesi için katkıda bulunmak istiyorum.

En başta bahsettiğin o arayış ya da çığlıkları son albümün Deli Bando tatmin etti mi?

- Evet, her şeyi çözdü diyebilirim. İstediğim tarzda insanlarla çalıştım.

Peki, şimdi ne var hayatta senin için?

- Müzikle, üretmekle devam edecek. İstediğim seviyeyi, dönüşümü yakaladım ve böyle devam edecek.

Peki, tüm bunları kenara bırakınca neler oluyor hayatında? Mesela ne yapıyordun ben aradığımda, erken mi kalkarsın uykucu musundur?

- Erken kalkmak için çabalıyorum. Kendiliğimden kalktığım günü hevesle bekliyorum. Köpeğimle yürüyüşe çıkıyorum. Şan dersleri devam ediyor.

Hâlâ mı?

- Tabii ki. Ömür boyu da devam edecek benim için. Sahilde koşup paten kayıyorum spor adına. Konser günleri dışında gece geç saatlere kadar takılmayı pek sevmem, arkadaş toplantıları daha çok hoşuma gidiyor.

Müzikten uzaklaşmak için bir şey yapıyor musun?

- Dağa gidiyorum. Boşluğun olduğu yerlere kaçıyorum.

Şarkı sözlerini kendin yazıyorsun. Çoğu da birer hikâye gibi. Peki, kitap, öykü ya da deneme yazmayı düşünüyor musun?

- Yazıyorum bir sürü şey ama müzikle bir şeyleri anlatmayı kanıksamışım. Her şeyi bir arada yapabildiğim bir mecra. Mesela geçenlerde yazdığım bir hikâyede öyle bir yere geldim ki, bütün ormanın çığlık atması gerekiyor. Ama bunu kelimelerle anlatmak çok zor. Melodiyle anlatmak gerek. Benim dilim müzik. Kelimeleri bir yere kadar hissedebiliyorum.

Hem anlattıklarına hem de dışarıdan gözlemle toplumda genel olarak var olan kişilerden olmadığın net. Ama yine de yaptığın çok klişe işler var mı, belki Türk dizilerini izlemek gibi?

- Herkesin yaptığı şeyleri çok takip etmiyorum. Biraz da soyutlanmış bir insan gibi hissediyorum kendimi. Neredeyse beş yıldır hiç televizyon kullanmadım. Hayatım çok farklı ilerledi. Denemeleri seviyorum. Bir de popüler olana karşı bir tavrım var küçüklüğümden beri. Popüler romanları okumak istemedim, gişe filmlerine gidemedim. İçimden gelmiyor, aradığım şeyden uzaklaştırıyor gibi geliyor.

Peki, bu sende dışlanmışlık hissi yaratmıyor mu?

- Hem de nasıl. O kadar çoktu ki içimdeki dışlanmışlık hissi ilk albümü yaptığım dönemde. Ama sonra müzisyenlerle takılmaya başlayınca aslında çok büyük bir şeyin parçası olduğumu gördüm.

http://yaseminmori.blogspot.com/

14 Şubat 2013 Perşembe

Beyin gücünü neler arttırır?

3. Dik oturun. Duruşunuz bedeninizdeki fizyolojik mekanizmaları ve dolayısıyla zihinsel süreçlerinizi etkiler. Bunu kendi kendinize kanıtlayabilirsiniz. Kafanız öne doğru sarkmış, gözleriniz yere bakar ve ağzınız açık biçimde matematik işlemleri yapmayı ya da bir problem çözmeyi deneyin. Sonra aynı şeyi bir de dik vaziyette otururken, ağzınız kapalı ve karşıya ya da hafifçe yukarıya bakar durumda deneyin. İkincisinde zihninizin çok daha kolay çalıştığını göreceksiniz.

7. Konsantrasyon ve farkındalık egzersizleri. Zihninizi dağılmaktan alıkoyduğunuzda konsantrasyon ve net biçimde düşünme kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Zihninizdeki karmaşayı izlemeyi ve durdurmayı öğrenin. Zihninizin arka planında sizi belli belirsiz biçimde rahatsız eden şeyler dikkatinizi çektiğinde onları halletmenin yoluna bakın. Bu, aramanız gereken birini arayıp o işten kurtulmak ya da yapacağınız işlerin listesini çıkarmak olabilir. Böylece en azından şimdilik yapacağınız işleri unutabilirsiniz. Biraz pratik yaparak bu sizin için daha kolay bir hale gelir ve düşünme süreçleriniz daha güçlü olur.

8. Yazı yazın. Yazmak zihniniz için çeşitli yönlerden yararlıdır. Belleğinize önemli olan şeyleri söylemenin bir yoludur, böylece gelecekte bazı şeyleri daha kolay hatırlayabilirsiniz. Yazmak düşünme süreçlerinizi netleştirir. Yaratıcılığınızı ve analitik becerilerinizi geliştirmek için iyi bir egzersizdir. Günlükler, parlak fikirlerle ilgili notlar, şiir ve hikayeler yazmak zihninizi güçlendirecektir.

10. Uykunuza dikkat edin. Herkesin uyku ihtiyacı birbirinden farklıdır. Kendi ihtiyacınızın altında ya da üstünde uyumayın. Uykunun saatinden çok derinliği önemlidir. Gün içindeki kısa kestirmeler beynin dinlenmesi ve şarj olması için oldukça yararlıdır.

12. Şekerden kaçının. Karbonhidratlar genellikle beyninizin bulanıklaşmasına yol açar. Çünkü şeker aldığınızda onu karşılamak için kana insülin salgılanır. Eğer önemli bir zihinsel iş yapacaksanız hemen öncesinde makarna, şeker, beyaz ekmek ve patates cipsi gibi şeylerden sakının.

13. Hızlı okuma. Birçok kişinin inandığının tersine okuduğunuz şeyi daha hızlı okuduğunuzda onu daha iyi kavrarsınız. Daha kısa sürede daha fazla şey öğrenirsiniz ve hızlı okuma gerçekten çok iyi bir beyin egzersizidir.

14. Spor egzersizleri yapın. Egzersizlerin özellikle uzun vadede beyin gücünü geliştirmesi sürpriz değildir. Fiziksel sağlığınızı olumlu yönde etkileyen her şey doğal olarak beyninizi de olumlu yönde etkileyecektir. Son zamanlarda yapılan araştırmalar 10 dakikalık bir egzersizden sonra bilişsel fonksiyonlarda artış olduğunu göstermektedir. Beyninizi tazelemek istiyorsanız küçük bir yürüyüş ya da birkaç hareket yapabilirsiniz.

15. Daha etkili biçimde öğrenin. Bir şeyi öğrenmeye karar verdiğinizde hem başlamadan önce, hem öğrenme esnasında, hem de sonrasında notlar alın. Başlamadan önce kendinize “Şu an bu konu hakkında neler biliyorum?” diye sorun. Ve bunları bir kağıda not edin. Bu, zihninizi öğrenmeye hazırlayacaktır. Çalışmayı bitirdikten sonra bir sonraki seans için zihninizde birkaç soru olsun. Ve kendi kendinize “şimdi ne öğrendim?” diye sorun.

16. Zihninizi netleştirin. Dağınık odalar ve ofisler dağınık düşünmeyi körükler. Zihinsel işler yapacağınız yeri buna uygun biçimde organize edin. Zor bir zihinsel işe başlamadan önce bedeninizi esnetin ve birkaç derin nefes alın.

17. Eğlendiğiniz bir şeyler yapın. Bu hem stres düzeyinizi düşürmenize hem de beyninizi tazelemenize yardımcı olacaktır. Yalnız burada önemli olan yaptığınız eğlenceli faaliyete aktif olarak katılmanızdır. Televizyon seyretmek böyle bir amaç için uygun değildir. Zihni geliştirici eğlenceli oyunlar oynamak ya da bir hobiyle uğraşmak, kısacası sizi dinlendiren ve eğlendiren bir şeyler yapmak beyninizin daha iyi biçimde düşünmesine yardımcı olacaktır.

18. Beyin egzersizleri yapın. Beyninizi sürekli değişik yönlerde çalıştırın. Bulmaca çözün, satranç oynayın, bir şeyler ezberleyin. Beynin çalıştırılması sürekli yeni nöron bağlantıları geliştirilmesine yol açar.

19. Yeni şeyler öğrenin. Bu beyne egzersiz yaptırmanın bir başka yoludur. Yeni bir şey öğrendiğinizde beyniniz buna uyum sağlamak için yepyeni bağlantılar geliştirmek zorunda kalır.

20. Bir şeyleri iyi yapan insanları modelleyin. Yaratıcı, zeki ve üretken insanlarla birlikte vakit geçirin. Onlardan bir şeyler öğrenmeye çalışın. Onların yaptıklarını yapın ve onların düşündüğü biçimde düşünmeye çalışın. Onların önerilerine dikkatlice kulak verin. Başarılı insanlar genellikle bunu nasıl yaptıklarını bilmez ve kendilerini başarılı görmezler. Onların söylediklerini değil yaptıklarını yapın.

21. Gülün. Güldüğünüzde salgılanan endorfin sayesinde stres düzeyiniz azalır ve bu da beyin için uzun vadede çok yararlı bir şeydir. Gülmek aynı zamanda sizi yeni fikirlere ve düşüncelere daha açık hale getirir.

22. Oyun oynayın. Beynin uyarılması ölçülebilir yapısal değişikliklere sebep olur. Yeni nöron bağlantıları ortaya çıkar ve yeni beyin hücreleri gelişir. Entelektüel oyunların yanı sıra göz - el koordinasyonunu sağlayan her tür oyun beyni uyarır ve geliştirir.

23. Şarkı söyleyin. Arabanızda yolculuk ederken veya yalnız kaldığınızda üzerinde çalıştığınız konuyla ilgili olarak şarkı söyleyin. Bu sizin sağ beyinle temasa geçmenizi ve onu çalıştırmanızı sağlar.

24. Kendinizin farkında olun. Bu beyin gücüyle direk ilgili gibi görünmemekle birlikte çok yakından ilgilidir. Kendinizi daha iyi tanırsanız ego ve duyguların etkilerinden kaçınabilirsiniz. Özellikle bir şeyleri açıklarken ya da tartışırken kendinizi gözlemleyin.

25. Stresten uzak durum. Özellikle uzun vadeli stresin bedeninizde meydana getirdiği hasarlar bir yana, beyninizi de olumsuz yönde etkilemektedir. Stres düzeyinizi bilinçli olarak azaltmak için gevşeme vb. tekniklerden yararlanın.

26. Kendinizi eğitin. Çeşitli araştırmalar az eğitimli kişilerin Alzheimer’a daha fazla yakalandığını göstermiştir. Herhangi bir alanda eğitim almak beyninizi daha güçlü hale getirir.

28. Daha az yiyin. Aşırı yemek sindirim için daha fazla kan akışı demektir ve bundan dolayı beyninize daha az kan gider. Bundan dolayı harcadığınız enerjiyle orantılı bir beslenme düzenini benimserseniz bu beyniniz için daha yararlı olacaktır.

29. Şüpheli gıdalardan uzak durun. Aşağıdaki gıdalar beyniniz için zararlı olabilir: Yapay gıda boyaları içeren besinler, yapay tatlandırıcılar, kola, mısır şurubu, yüksek şeker içeren içecekler, hidrojenlendirilmiş yağlar, şeker, beyaz ekmek ve beyaz un içeren diğer ürünler.

30. Kahvaltı edin. Kahvaltı tüm beden için çok önemli bir öğündür. Ve bu konuyla ilgili araştırmalar kahvaltı eden çocukların diğerlerine oranla daha başarılı olduğunu göstermiştir.

31. Soru sorun. Bu beyninizi formda tutmanın çok iyi bir yoludur. Yalnızca kendi zihniniz içerisinde kalsa bile soru sorma alışkanlığını sürdürün. Zihninize gelen her şeyi sorun ve muhtemel cevaplar üzerinde düşünün.

#
http://www.goktepeliler.com/forums/beyin-guecuenue-neler-t12572.html#

7 Şubat 2013 Perşembe


İşte hayat böyledir. Aynen böyledir işte. Her şey bu kadar basittir. Anlıyor musunuz?
Bir örnek. Bir misilleme.
Ama neye, kime faydası var?
Şimdi ne yapmalı?
Şimdi ne demeli?
Kimse yok.
Hiç kimse yok.
Karım güzel değildi albayım. Ben de güzel değildim. Ama ortalıkta ''kocacım, kocacım'' diye dolaşan yumuşak bir biblo vardı ya, işte o güzeldi.

6 Şubat 2013 Çarşamba

Hepsi kafanda. Senin gibi davranmaya çalışıyorlar. Oyundasın, Mert. Oyundasın. Herkes bu oyunda ve kimse bunu bilmiyor. Ve tüm bunlar onun dünyası. Sahibi o. O kontrol ediyor. Yapman gerekenleri o sana söylüyor. Ve ne zaman yapacağını.

İnkar ve şirk meseleleri bilimsel değil, psikolojiktir.


İnsan ne ile yaşar?
İnsanı ne doyurabilir?
İnsan Böylesine kocaman ve böylesine çırılçıplak bir hayatla ne yapacaktır?
İnsan neyi bilebilir?
İnsanın neye ihtiyacı vardır?

Dua Terapisi - sayfa 53


Çünkü insan kendisini terk etse de, Rabbi asla onu terk etmez. İnsan kendisini gözden çıkarsa da, Rabbi asla onu gözden çıkarmaz. İnsan kendisini unutup kendisinden geçse de, Rabbi hep onun yanındadır ve Rabbi asla kulunu unutmaz.
Dua Terapisi - sayfa 53

İstediğin kadar bağır çağır, susan birini yenemezsin.


Kötü yaratılışlı kişi Allah'a yalvarmasın diye Allah ona dert keder vermez. Unutma, Firavun'un bir kez bile başı ağrımadı.
Hz. Mevlana

4 Şubat 2013 Pazartesi

İçerideki Adama Doğru

Kendimizle ilgili bilmediğimiz bir şey vardır. İnkar edeceğimiz bir şey. Varlığını, onunla ilgili bir şey yapmak için çok geç olana kadar sürdürse bile.

Sabahları uyanmanızın sebebi budur Aşağılık patronunuzdan acı çekmenizin sebebi. Kan, ter ve göz yaşları. Tüm bunlar insanların sizin aslında ne kadar iyi, çekici, cömert, komik ve akıllı olduğunuzu bilmelerini istediğiniz içindir.
Benden korkun ya da bana saygı duyun. Ama lütfen özel olduğumu düşünün.

Bağımlılığımız aynı.

Hepimiz onaylanmış keşleriz. Sırtımızın sıvazlanmasına bayılırız. Ve altın saate. Bunun nesi yanlış ki?

Ödülünü parıldatan şu akıllı çocuğa bakın. 'Shine on you crazy diamond'. Çünkü bizler sadece maymunuz. Takım elbiseli sıçanlar. Diğerlerinin tasvip etmesi için yalvaran.

Bunu bilseydik, böyle yapmazdık.
Birileri bunu bizden saklıyor.

Ve ikinci bir şansınız olsaydı şöyle sorardınız:
Neden?

Savaştan kaçmak mümkün değildir, sadece düşmandan üstün olana kadar erteleriz.


Kural 2: Oyun karmaşıklaştıkça rakip de karmaşıklaşır.


Kural 1: Daha zeki olmanın tek yolu daha zeki bir rakiple oynamaktır.


Kansız Canavar


Biz sadece, seni gelmiş geçmiş tek düşmanla savaşa soktuk. Ve sen onun en iyi dostun olduğunu sanıyorsun.

3 Şubat 2013 Pazar

Nefis ile Ene aynı şey midir? Ene, irade benlik, enaniyet; bunların benzerlikleri veya farklılıkları nedir, nasıl ayırt edilir?

Cenab-ı Hak, insana, kendi isim, sıfat ve şuunatını tanıtmak ve kavratmak için insanı, çok değişik ve geniş hissiyat, cihaz, ölçü ve kıyaslarla donatmıştır. İnsanın bu kıyasları yapabilmesi için, çeşitli ölçü ve mizanlar vermiştir.

İnsanda, akıl, kalb ve vicdan gibi latif ve nurani hissiyat ve cihazlar olduğu gibi,  kesif ve maddi cihazlar ve duygular da vardır. İşte, insandaki  bir takım kabiliyet ve yetenekleri geliştirmek ve inkişaf ettirmek için mücahede ve mücadele için nefis ve şeytan yaratılmıştır. Bazı tabirleri izah etmeye çalışalım.

Nefis; 
Burada nefisten kasıt, insanın hayra da şerre de gidebilecek hissiyatın ve bedendeki cihazların tümüne verilen genel bir tabirdir. Nefis dediğimiz hissiyatlar, İslami bir terbiye ile terbiye edilirse, sahibini en yüksek makamlara çıkarır. Batıl ve sapkın yollarda işlettirilirse, en aşağı derecelere düşürür.

Nefs-i Emmare;
 insanı kötülüğe sevk eden ve terbiye edilmeye müsait bir cihazdır. Nefis genel hissiyattır, nefs-i emmare ise bu nefisten bir şubedir.

Ene, 
benlik ve enaniyet anlamında kullanılmaktadır. Bu da Nefis diye isimlendirdiğimiz, genel hissiyat ve ölçülerden, bir cüz ve bir cihazdır.  Gayesi ise, vahid-i kıyastır. Yani Allah’ın mutlak sıfat ve isimlerini anlamakta kullanılan bir kıyas vasıtası ve aracıdır. Bu vasıta ve aracı, gayesinin dışında kullanıp su-i istimal ile sahiplensek, o zaman nefis hesabına sahibini firavunlaştırır. Bizim cüz'i kudretimizi, Allah'ın külli kudretini anlamakta ve kıyaslamakta kullanmak için verilmiştir. Böyle değilde, ben yaptım, ben ettim, benim malım, ben işledim yolunda kullanıp haksız sahiplenirsek, o zaman şer hesabına geçer. Emanet olarak verilen bu ene, yanlış kullanılıp Allah'ın sıfatlarının anlaşılması için değil, kendimizi makam ve kudret sahibiymişiz gibi göstermeye vesile olacak şekilde kullanırsak o zaman emanete hıyanet etmiş olacağız.

İrade ise,
 insana verilen bütün bu cihaz ve kabiliyetleri hayırda mı, şerde mi kullanacağına karar veren en önemli itibari bir cihazdır. Bu da nefis dediğimiz ruh ve cesedimizin toplamından bir cüz ve bir parçadır.

İrade, benlik, şehvet, gadap, akıl, heva, bunların hepsi, büyük emanetin parçalarıdır. Her birinin vazifesi ve işleyişi farklılık arz eder. Bunların emmare olan, yani kötülük ve şer yönünün bütününe nefis denilmiş. Ene, nefis’tendir ama, nefis, Ene’den ibaret değildir.

Yeis ve ucb nedir? İnsanın geçmişte yaptığı hatalardan, işlediği günahlardan pişmanlık duyması güzel; fakat bu insanı ümitsizliğe sürükleyebiliyor. Bundan nasıl kurtulabiliriz?


Yeis ve ucb nedir? İnsanın geçmişte yaptığı hatalardan, işlediği günahlardan pişmanlık duyması güzel; fakat bu insanı ümitsizliğe sürükleyebiliyor. Bundan nasıl kurtulabiliriz?
Değerli kardeşimiz;
İkisi de Ruha Zarar: YEİS VE UCUB...
Ruh dünyamızın iki büyük düşmanı. En kısa ifadesiyle, yeis "kişinin cehennemini garanti görmesi", ucub ise "cennetini kesin bilmesi"dir. Bir başka ifadeyle, yeis"Allah’ın rahmetinden ümit kesmek"; ucub ise "O’nun azabından kendini emin sanmaktır."
Halbuki hayrı da şerri de yaratan ancak Allah’tır. İnsan, hayrın ve şerrin sebeplerine müracaat etmekle, cenneti yahut cehennemi istemiş olur. İstemek kuldan, cevap vermek ise Allah’tandır. Şu var ki, istemek neticenin tahakkuku için kâfi değildir. Her şey, ancak Allah’ın dilemesi ve yaratmasıyla varlık sahasına çıkar.
Allah Kelâmı'nda "istikamet" olarak ifadesini bulan rıza çizgisinin iki düşmanı vardır: ifrat ve tefrit.
Bunlardan biri insanı yukarı doğru, diğeri ise aşağı doğru felâkete sürükler. Yeryüzünün "istikameti" temsil ettiği düşünüldüğünde, güneşe doğru yaklaşmak ifrat, mağma tabakasına doğru inmek ise tefrittir; ikisi de insanı yakar, mahveder.
İnsanı böylece yoldan çıkaran aşırılıkların bir halkası da "yeis ve ucub"dur. İbadet yapmada ve hayır işlemede başarılı olamayan insanlarda "ümitsizlik"hastalığı kendini gösterir. Başarıya ulaştığı halde nefsine söz geçiremeyen insanlarda ise, sonu kibir ve gurura varan "ucub" hastalığı tezahür eder. Bunlardan birincisi tefrit, ikincisi ifrattır. İkisi de zarardır.
Ye’sin kaynağı Mesnevî-i Nuriye’de şöyle tespit edilir:
“Arkadaş! Amele ve taate muvaffak olamayan azabdan korkar, yeise düşer.” (Mesnevî-i Nuriye, s. 65)
Ahirete inanan, fakat İslâm’ı yaşama konusunda nefsine söz geçiremeyen bir kişinin yakalanacağı ilk hastalık yeistir. Bu hastalığa düşen insan, Cenab-ı Hakk’ın keremini, ihsanını, affını hatırlamalı ve O’nun rahmetinin bütün günahları örtecek kadar geniş olduğunu düşünmeli. Böylece, kendisini "mutlaka cehenneme gidecek birisi" olarak görme hastalığından kurtulur ve yeis âfetinden uzak kalır.
Kur’ân-ı Kerîm’de bu husus şöyle ders verilir:
“De ki: Ey (günah işleyerek) kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki Allah bütün günahları bağışlayıcıdır. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan ve esirgeyendir.” (Zümer, 39/53)
Ucub hastalığında yeisin zıddı bir durum söz konusudur. Burada kişi İslâm’ı elden geldiğince yaşamış, ancak bu ilâhî ihsanı kendi nefsinden bilerek başkalarına karşı üstünlük davasına kalkışmış ve cennetini garanti görme hastalığına tutulmuştur.
Bu hastalıktan kurtuluş reçetesi de yine Mesnevî-i Nuriye’de şöyle ifade edilmiştir:
“A’mâle güvenmek ucbdur. İnsanı dalalete atar. Çünki insanın yaptığı kemâlât ve iyiliklerde hakkı yoktur; mülkü değildir, onlara güvenemez.” (Mesnevî-i Nuriye, s. 65)
Bu noktada Kur’ân’daki şu ilâhî ikaza kulak vermek, kurtuluşun yolunu açacaktır:
“Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her kötülük de nefsindendir.” (Nisâ, 4/79)
İyilik dediğimiz her ne varsa, bütün bunlar peygamberler tarafından insanlara öğretilmiştir ve onları işlemek için gerekli bütün şartları da Allah yaratmıştır. Meselâ, doğru söylemek bir hayırdır. Bu hayrı insanlara öğreten ilâhî kitaplar ve peygamberler olduğu gibi, o doğruyu söylemek için gerekli ağız, dil, tükürük bezi, gırtlak, beyin, sinir sistemi ve hava gibi bütün şartları yaratan da ancak Allah’tır.
İnsan bunları düşündüğünde, o hayırda çok az bir hisseye sahip olduğunu görür. Binlerce ilâhî mucizenin bir araya gelmesiyle ortaya çıkabilecek böyle bir hayırda, insanın hissesi, sadece o güzel amele meyletmesi, cüz’î iradesini de bu yönde kullanmasıdır.
Bunu böylece bilip, övünmek ve kendine güvenmek yerine, Allah’a şükretme ve O’na minnettar olma yolunu tutmak gerekir. Bu yolda gitmeyenler ucub çukuruna düşerler.
İlave bilgi için tıklayınız:
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

http://www.sorularlaislamiyet.com/qna/12662/yeis-ve-ucb-tevbeyle-ilgili-hadis-i-serifler.html

Erkeğin Erkeğe, Kadının Kadına İlgi Duyması


Değerli kardeşimiz;
Sizin bu durumunuz fıtri ve yaratılış olarak her insanda ve erkekte olabilir. Bu da insan için imtihan vesilesidir. Yani bir insan için karşı cinsten birisiyle nikahsız ilişki yasaklandığı gibi, aynı cinsten olanlar içinde, beraberlik yasaklanmıştır. Şeriat, bunların tadil edilmesi yolunda bazı tavsiyelerde bulunmaktadır. Bunlar şöyle sıralayabiliriz:
1. Evlenmek,
2. Oruç tutmak,
3. Bol bol Kur’an okumak veya zikir çekmek,
4. Kur’an tefsiri veya İslami kitap okumak,
5. Allah’ı bol bol hatırlamak
6. Ölümü hatırdan çıkarmamak.

Bu noktada dikkat çekici olan, çoğumuzun üzerinde konuşmayı bile ayıp saydığı bu konuda Kur’ân’da o derece çok ve açık ifadelerin bulunmasıdır. Kur’ân, Lût kavmi örneğinde kendisine temas ettiğine göre, demek ki, bu problem ‘Lût kavmi kadar eski, yok farz edilmeyecek kadar önemli, zinadan bile çirkin, ama herhangi bir insanî yanılgı kadar da konuşulabilir’ imiş.

Peki, neden böyle bir şey oluyor? Böylesi bir cinsel sapma neden ve nasıl yaşanıyor?

Önce biyolojik-genetik faktörlerle başlayalım:

Aslında hepimizin vücudunda karşı cinsin hormonları da az miktarda bulunur. Zaten, öyle olmasa, bütün erkekler aşırı sert ve maço, bütün kadınlar ise aşırı kırılgan olurlardı ve cinslerin birbirini anlayıp hissetmesi pek de mümkün olmazdı. Ancak normalde var olan bu minimal yönelimler, genetik ve hormonal bozulmalar sonucu, bazı kişilerde ileri düzeylere varabiliyor. Ve ortaya doğuştan eşcinselliğe yatkın bireyler çıkabiliyor.

"E, sonra?" diyorsanız, şu sohbeti dinleyin:

Geçenlerde bir psikiyatrist arkadaşım beni telefonla aradı. Kısa bir girişten sonra, "Baksana!" dedi, "Biliyorsun; son araştırmalar eşcinselliğin bazı durumlarda neredeyse önlenemez olduğunu gösteriyor. İşin doğuştan gelen genetik bir boyutu da olduğu tesbit edildi; sen de okumuşsundur. Yani, bu kişilerin en azından bir kısmı, yaratılışlarında var olan meyil dolayısıyla o yöne gidiyorlarmış; bu açık artık. Oysa biz İslâmî yönden bunun kabul edilemez bir yönelim olduğunu, hatta ceza gerektirdiğini okuyoruz. Nasıl çözüyorsun bu ikilemi?"

Ona, "Belki garip bir örnek olacak ama" dedim, "Biliyorsun, meselâ çok eşlilik de erkekler için neredeyse genetik ve tabiî bir meyildir." "Evet?" dedi. "Peki sen çok-eşli misin?" diye sordum. "Tabiî ki hayır" dedi. "Neden?" diye üsteledim. "İçinde böyle bir meyil yok mu? Açık konuş lütfen." "Var aslında" dedi, "Ama hem eşim buna izin vermez, hem toplumsal kurallar, kanunlar vs. bir yığın engel var; biliyorsun. Üstelik günaha girmiş olurum. O yüzden düşünmem bile."

"Kendi sorunun cevabını kendin vermiş oldun işte." dedim. "Eşcinsel meyiller de bazı kişiler için genetik bir temelden kaynaklanan, neredeyse zorunlu bir yönelim olabilir; ama o kişilerin de bu anormal yönelimlerini kontrol etmeleri beklenir, bunu becerebilirler de aslında."

"Bu yönden düşünmemiştim" dedi arkadaşım.

Ardından, kısa bir düşünme sonrası, "Ama" dedi, "meselâ, bilirsin, beyindeki bazı bozukluklar, örneğin temporal epilepsi gibi hastalıklar, kontrolü güç saldırganlıklara yol açabiliyor. Böyle bir hastalığın da etkisiyle, diyelim ki bilincinde olmadan birini öldüren bir şahıs ceza görür mü? Görmez. Bünyesel hastalığın etkisiyle bu suçu işlediği tesbit edilirse Türk Ceza Kanununun 46. veya 47. maddesine göre cezası ya hafifletilir ya da tamamen affedilir. Buna ne diyeceksin?"

"Peki," dedim, "O hasta, cezası affedildikten sonra, bir cinayet daha işlesin diye serbest mi bırakılır? Yoksa hastalığı düzelene kadar tedaviye alınıp sonra da uzun süre izlenip kontrol mü edilir?"

Arkadaşım, "Yine haklısın" dedi.

Ergenliğe geçiş döneminde sırf meraktan bu tür bir ilişkiyi (kısmen) denemiş gençler de olabilir. Nerdeyse ne yaptığını bilmeden, ‘doktorculuk’ oynarcasına.

"Çocukça bir hata" bile denebilir belki. Ancak, esas önemli olan, bundan sonrasıdır. Bu tür bir olayın ardından, bazen yıllar sonra, "Eyvah, ben ne yapmışım?"muhasebesi yaşanır genellikle. Bu dönemde bunalımını paylaşmayıp kendi kendini yiyip bitirmek; kendini aşırı suçlayıp "Yoksa ben ‘gay’dım mı?" sorgulamasına dalmak, bazen genci tam zıt bir sonuca götürebilir. "Battı balık yan gider" durumu gerçekleşir. Gerçekte öyle olmayan genç, gerçekte öyle olmadığı halde kendisini öyle zannettiği için, gerçekten öyle olur!

Traji-komik bir örnek anlatayım: Bir eşcinsel hastam vardı. İlkokul yıllarında bağırsak paraziti problemi varmış. Bilen bilir; bu parazit anüs kaşıntısı yapar. Belki inanmazsınız ama, bu kaşıntı gitgide delikanlıyı "Yoksa ben?.."kuşkusuna götürmüş. Sonuç maalesef kötü! Üstelik, anlattığım tek değil. Literatürde, sadece ve sadece bağırsak paraziti yüzünden cinsel tercihi bozulan birçok vak’a var. Yani? Utanıp konuşmamak, gurur yüzünden anlatmamak, yardım istemeyip kendi kendini yemek yok mu? İşte bu şey o kadar çok yerde ayaklara dolanıyor ki! Sırf bu yüzden ne hayatlar kayıyor, bilemezsiniz.

Şimdi, gelelim konunun bizi esas ilgilendiren kısmına:

1. Bu tür hassas konuları ne yok farz etmeli, ne de kaşınmayan yeri kaşımalı. Uyanık bir sessizlik ve dengeli bir müdahale gerek.

2. Küçük yaşlardan itibaren giyim, oyuncak gibi konularda cinsiyeti vurgulayacak ve cinsel kimlik oluşmasına yardım edecek yönlendirmeler yapılmalı. Meselâ, cinsiyete göre giydirmek, uygun oyuncaklar almak gibi.

3. Çocuk, normal gelişimi içinde, özellikle belli dönemlerde, cinselliği çok merak eder; onu doğru bilgilendirmek gerekir. Eşcinselliği anlatın demiyorum. Normal, doğal, insanî merakların doyurulması ilerisi için sağlam bir temel olacaktır diyorum. Bu konularda çekinip utanmayın lütfen: Siz doğrudan utanıyorsunuz ama, birileri yanlıştan bile utanmıyor. Ve hiç unutmayın: "Çocuklar öğrenmeye hazır olmadıkları konuları zaten sormazlar." Çocuk birşeyi soruyorsa mutlaka cevap vermeniz gerekir—elbette, usulünce!

4. Özellikle ergenlik çağında gençlerin kendi cinslerinden ebeveynlerle, yani babayla daha fazla vakit geçirip paylaşım içinde olması şarttır. Bunu vurguluyorum; tâ ki, "İşten eve, evden işe," ‘pijama-terlik-televizyon,’ "Hanım, sen ilgileniver, ben çok yorgunum" hastalıklarına yakalanmış babaların kulakları çınlasın!

5. Aile içinde erkeğin hafif başat ve saygın konumunun korunması lazım. Yoksa, meselâ evde kadın bariz biçimde baskın, erkekse pasif ise -ki, neredeyse ahirzaman alameti olarak çoğu evde mevcut durum maalesef budur- erkek çocuk için kadın konumu imrenilecek bir durum kazanabilir.

6. Bu tür bir problemle karşılaşıldığında aşırı tepki ve açıklamasız yasaklar merakı artırır sadece. Konuş(tur)masanız bile, gencin aklındaki soru işaretleri artarak devam eder.

7. Darda kalırsanız bir psikiyatristten yardım isteyin.

Not: Eşcinsellik aslında sadece erkeklere has bir durum değil. Kadınlar arasında da bu problem hatırı sayılır biçimde yaşanıyor. Yalnız, bayanlardaki şekli daha belirsiz seyrediyor ve pek de dirençli, devamlı olmuyor. Normal bir cinsel hayat ve mutlu bir evlilik, problemi çözmeye yetiyor genellikle. Yine de, özellikle bayanların toplu kaldığı yerlerde dikkatli olmak gerekiyor.

Maalesef biz toplum olarak kadın-erkek mahremiyetine ‘çok’ dikkat ederken, mahremiyetin erkek-erkek ve kadın-kadın arasındaki biçimlerini bazı zamanlar sanırım ihmal ediyoruz. Her iki cins açısından, problemin bir sebebi de bu. Bu noktada, biraz kitap karıştırıp erkeğin erkeğe, kadının kadına karşı mahremiyet ve tesettür ölçüsünü öğrenmeye ne dersiniz?
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Giden bir insan geriye ne bırakır?

Neden molko?


Sadece placebo sevenler değil, sadece rock dinleyenler de değil, bence garip ama bir çok insana cuk diye oturan bi durum var ortada! (Bilen var mıdır bilmiyorum) Şimdi Placebo’nun tarihçesini yazmayacağım ama bazı değişik durumları dile getireceğim.
Cinsel tercihleri bir hayli farklı olan bu grup belki de önce bundan dolayı dikkat çekti ama bunun yanında yaptıkları müzik de harikaydı! (En azından bence) Özellikle insanın bazen içini parçalayan, bazen sinirlendiren, bazen de içmek zorunda bırakan, o çarpıcı, sarsıcı sözler şahsen beni bitiren en önemli özelliği Placebo'nun.
Ama geride kalan bir şeyi araştırmak istedim. Bu solist ve gitarist Brian Molko ile ilgiliydi. Çünkü gerek aksanı, gerek sesi, gerekse yorumu her dinlediğimde tüylerimi diken diken ediyordu. Açıkçası çok etkileniyorum. Fransızca'yı iyi bilen bir insanın İngilizce aksanının böylesine hüzünlü olması beni Brian Molko'yu araştırmaya, onunla ilgilenmeye zorladı.
Çocukluğunda normalin üstünde içine kapanık biriymiş ve sanırım tek çocukmuş. Biraz sorunları olmuş, arkadaş çevresi olmadığı için. İlkokul arkadaşı Stefan ile daha sonra bir metro durağında karşılaştıklarında grup projesi ortaya çıkıyor. Fakat bu sıralarda Brian Molko başarılı bir tiyatro öğrencisi, drama dersleri alıyor. Stefan ile grup oluşturmaya karar verdiklerinde, drama derslerini bırakıyor. Fakat hala pasif bir kişilik Brian, ve makyaj alışkanlığı da öğrencilik döneminden kalma (tiyatro). Cinsel kimlik belirsizliği de daha öncesine dayanıyor ama tiyatroyla ortaya çıkıyor iyice. Her neyse sonunda gruba Steve de katılıyor ve placebo oluyorlar.
İngiltere listelerinde parladığı, haftalarca 1 numarada kalan şarkısı "Pure Morning"'de dikkatinizi çekmiş olmalı "pure" süper bir aksanla ve Brian Molko'nun kişiliğini ele veren bir ses nüansıyla söyleniyor. Duyduğum en güzel "Pure Morning" diyen kişi ;)
Bilmiyorum beni en çok çarpan şey de şu (sona sakladım): Brian çok eski bir sözcükmüş ve "güçlü erkek" anlamına geliyormuş. Tamam olabilir. Soyadına gelince Molko da çok kökenli bir soyisimmiş ve eski latincede "kraliçe" anlamı taşıyormuş. İşte, bir insanın ismindeki tezat, kişiliğiyle bu denli örtüşür. Belki de Brian Molko'nun cinsel tercihi, psikolojik sorunları, o güzel sözleri, müziği ve hüzünlü (bence) sesinin oluşumunun sebebi aslında sadece ismidir; belki de ismine yakışma çabası!!!
Her ne olursa olsun tümüyle duygularıma tercüman olan bir kişilik.

alıntıdır: #http://www.garaj.org/makale/40/brian-molko-odakli-bir-placebo-yazisi-2#